Ramazanı da bitirdik. Allah (c.c) tekrarını nasip etsin. Gençler sorarlar; eskiden mi güzeldi Ramazanlar, bayramlar; şimdikiler mi?
Elbette şimdikiler ama bazı konularda itirazım var. Neyse o hususlara sonra geliriz. 60 yıl önceki çocukluğum günleri ile başlayalım. Harplerden çıkılmış, fakirlik, yokluk ve mahallemizde yapayalnız tek başına kalmış yaşlı kadınlar. Dul kelimesinden nefret ettiğim için o kelimeyi kullanmıyorum. Neyse yeni bir düzenleme ile ayrılan eşlerden hanımların hüviyetlerine bu kelime yerine (bekâr) yazıyormuş. Ne diyorduk; mahallemizdeki yaşlı-yalnız kadınlar nasıl geçinirlerdi bilemiyorum. Büyüklerinden kalan tarla-bahçe varsa belki kiraya veriyorlardı. Kira da kira olsa. Babaannemin Ödemiş’in güneyindeki Karakova’da 20 eski dönüm tarlası vardı, efelerin çiftliğine bitişik yıllık 320 TL.kirayı 8-10 defa giderek, bölük pörçük alırdık. Babam da hep beni gönderirdi kirayı istemeye. Mahallemizde, hemen hemen her ev tütün zamanı tütün dizerdi. Kaıgısı 10-15 kuruşa. İstiklâl İlkokulu’nun karşısında buz satılırdı. Biz çocuklar gerek kendi evimiz için gerekse o yaşlı komşu teyzelere buz alıverirdik. Evden buzu sarmak için bir havlu veya içine konulacak madeni bir kap vermeye büyükler akıl edemediğinden iple bağlanan buz parçası yolda kayıp bu yere düşünce paramparça olur, büyük parçaları elimiz donarak ağlaya ağlaya eve getirirdik. Bizim büyükler akıllı insanlardı ama yine bu olay sıkça başımıza gelirdi. Ninem, dedemle birlikte Yazı Mahallesi’nde (Bengisu) üç kişinin Çanakkale’den sağ dönebildiğini söylerdi. Dedem harplerde gıdasızlık ve bakımsızlıktan verem hastasıydı. İlacını para ile alırdık. Yaşlı teyzeler bize elimize bir tas vererek Havuzlu Park karşısındaki helvacıdan yarım kilosu 25 kuruşa yoğurt da aldırırlardı. Hiç acizlenmezdik, koşa koşa alır getirir dualarını alırdık. Günümüzde küçük torununuza bakkaldan ekmek almaya bilmem gönderebiliyor musunuz?
Buz satılan yerin köşesinde okulun çapraz köşesinde, Ödemiş’e elektrik sağlayan büyük trafo vardı, mazotla gürültülü çalışan iki motor aydınlatırdı, Ödemiş sokaklarını, evlerini…
Bayramlarda, ahım şahım para da verilmezdi biz çocuklara. Pek de umurumuzda olmazdı. Evdeki kuru incir, kuru üzüm, ayrıca üzüm pekmezinden yapılmış köfte, susam, darı bize yeterdi. Bir de yazları bol karpuz. Mahallede karpuzu pek çok ev eşek yüküyle alırdı. 1950’lerde bir yükü 7,5-10 liraydı. Sivri karpuzlar harika tatlı olurdu. Çekirdekleri kurutulur, uzun kış gecelerinde incir üzümün yanında yenirdi. Okula giderken, siyah podiyelerimizin (önlük) öndeki iki cebine doldururduk bunları. Gevrek 5 kuruştu. Ekmek iki çeşitti. Francala (şimdi 60 kuruşa aldığımız) beyaz ekmek memurlar içindi. Zabıta memurları da ondan yerlerdi. Biz halk tabakası harcı ekmek yerdik. Siyaha yakın rengi olan bu ekmek şimdiki kepek ekmeği denilenden gibi değildi tabii ki! Babam ayakkabı tamir eden, yenisini de yapan kunduracı idi. Vergi de verirdi.
Oturduğumuz ev, 40-50 m2 idi. Küçüklüğünden şikâyet edildiğini duymadım. Başımızı sokacak örtü altına şükredilirdi. Minik bahçesi olan küçücük ev. İnsanlar uyumlu, anlayışlı ve şükretmesini bilirse mekânlar genişler; tersi olursa metrekaresi ne olursa olsun mekânlar hep dar kalır. 100 de yetmez, 150, 200 m2’de yetmez ve “anne-baba”ya da yine yer bulunamaz! Çekirdek aile günümüzde kolay kolay bir yerlere sığamıyor! Evlerde herkes çoluk-çocuk oruç tutulurdu. Tutmayacağım diyeni bilmiyorum. Teravihlere gidilirdi evcek. İftar ve sahur yemeklerini yer sofrasında yerdik. Bayram namazlarına babamla giderdik. Biraz geç kalındığı zaman cemaat yollarda evden götürülen seccadelerde kılardı namazını. Geçim standardımız yüksek olmadığı için geçim sıkıntımız da yoktu. İftarları, sahurları, bayramları her mekânda sevinç içinde yaşardı insanımız. Çocukların bayram sevinçleri her zaman bir başka olmuştur. Bence günümüzde de tek değişmeyen evlerimizin neşesi çocuklarımız, torunlarımızın bayramı bir başka güzel algıladıklarıdır. Babam ve annem beni hiç okşamadı, maça da götürmedi, beş yaş küçük kız kardeşim de sevildiğini hatırlamıyor, 16 yaş küçüğüm belki okşanmıştır sormadım üzülürüm diye, ne gam diyorum ama bunu yazarken bile gözlerim doluyor. Çocuklarınızı torunlarınızı sevin, büyüdüklerinde güzel anılarını anlatsınlar kendi çocuklarına. Kimsenin çocuğu kimsenin kapısını çalmazdı para, şeker v.s.diye. Ayıp karşılanırdı böyle şeyler. Ramazan’ın ciddiyeti bayram sevincini de ağır başlı hale getirirdi. Şımarıklık bizim çocukluğumuzda bilmiyorum, böyle bir kavram olduğunu. Ramazan gibi Ramazan Bayramı da çok yönlü duygusallıklar içinde yaşanırdı.
Sonra bayramlar tatil günlerinin sayısıyla sevinilen günlere dönüştü. Bu yıl da 9 günlük bayram tatili, insanımızı pek sevindirdi. 30 gün Ramazan’a 30 gün tatil isteyecek insanoğlu neredeyse. Günümüzde bayramlar turistik geziye dönüştü. Yazımın başlığını da televizyonlardaki kazaları gördükçe kaybolan “Bayram Sevinci” miz oluyor. Her yıl olduğu gibi millet yine yollara döküldü. Yine 100’lerce can kaybı. Neyse biz yine eski günlere 1950’li yıllara dönelim. Allah kendisinden sonsuz razı olsun, 75-80 yıl önce dönemin Ödemiş Belediye Başkanı doktor Mustafa Bengisu sayesinde evlerimiz aydınlandı, çeşme evlerimize girdi. Hani Özal’cıların kendi buluşları gibi millete yutturduklarını sandıkları “Yap, İşlet, Devret” var ya rahmetli “Koca Doktor” o yıllarda; Almanya’daki bir firmadan az önce bahsettiğim elektrik trafosunu temin ediyor. Para belediyelerde neerrde?
Ziraat Bankası ile trafoyu imal eden Alman firmayı ortak bir şirkette buluşturuyor. Ödemiş ışığa ve artezyeni elektrikle çalıştırıp suya kavuşuyor. Benim çocukluğumda elektrik parasını Ziraat Bankası’na yatırırdık. Belli bir zaman sonra belediyeye geçti. Tarih ve diğer rakamları veremiyorum. Kaya Bengisu’nun yazdığı “Koca Doktor” kitabından edinemedim.
Geçmiş bayramlarınızı kutluyorum. Yüce Allah; çocuklarınız, torunlarınız, eş ve dostlarınız ile sağlıklı, mutlu, güler yüzlü nice bayramlar nasip etsin. Güzel vatanımızı ve insanımızı da; terör belâsından kurtulmuş müreffeh bir Türkiye’de ebediyete kadar payidar eylesin. Saygılarımla.