Fıkra bu ya, sağırın biri nehirde balık tutuyormuş;  bir başka sağır oradan geçerken, selam verip laf atmış:
-  Selamünaleyküm, bir şeyler çıkıyor mu bari? 

Balık tutan, fiyat soruyor sanmış:
-  İrili ufaklı, demiş, büyükleri iki buçuk, küçükleri bir lira.

Soran ne anladıysa, “Haydi rastgele” deyip uzaklaşmakta olmuş, balık tutan sağır,  pahalı diye almadı anlayıp arkadan basmış kalayı:
- Alırsan da… almazsan da…
 …
      
Sahi,  memlekette hâlâ balık tutan var mı ki?   
Eskiden büyüklerin yararlı bir öğüdü vardı; “Hazır balık verme, balık tutmasını öğret” derlerdi.  Ne denli doğru bir söz; öyle ya,  hazır balığı verirsin, adam yer tüketir. Sonra yok!  Ya balık tutmasını öğretirsen, acıktıkça tutar yer. Kimseye el açmaz.  
 …

Ama artık, o öğüdün geçerli olduğu günleri çoook gerilerde bıraktık. Bugünün prensibi “Balık tutmayı öğretme, sürekli karnı doyar, dik kafalı olur.  Balık ver ki hep peşinde koşsun” yöntemi geçerli. Çalışmak yorulmak da yok, mis gibi yaşamak sunuluyor.

 …

Torba torba kömür,  koli koli yiyecek içecek. Milletin bir eli yağda bir eli balda.  Bundan güzel yaşamak mı olur. 
Bizim Küçük Menderes Havzası’nda tek sorun  “Hükümet mi daha çok yiyecek içecek dağıtacak, belediye mi?”,  “O mu daha çok harçlık, verecek bu mu?”  Artık bu kadar şey de sorun edilmez, değil mi?

 …

Küçük Menderes, deyince balık tutmayı mı özlediniz. Sizi dik kafalılar!
Bu güzel havada, sırtüstü yatıp,  hazırdan “Lööp lööp”  götürürken; önce otur, sonra kalk, olta takımını bul, menderese kadar yürü, oltayı at,  balık oltaya geldiğinde misinayı kesik kesik çeker,  sen atik davranıp balığı karaya çıkar.  Sonra yeteri kadar balığı yakala, elinde küp gibi balıklar menderesten eve kadar yürü. Yorgun argın kapıdan içeri gir. Öf öf öf.
Bütün bu yorgunluklara katlanmadan balık kapıdan içeri giriyor zaten.
Geriye en demokratik hakkını kullanıp bir tanecik oyunu sandığa atmak mı kalıyor?
Oyunu balık getirene vermek mi ters geliyor?
 
Bu memleket niye gelişmiyor belli; sizin gibi dik kafalılar yüzünden.