Ayten mahallemizin kızı. Allah için güzel kız, çıtı pıtı. Yalnız biraz açık saçık giyiniyor; tek kusuru da bu.
Bir gün bir haber alındı: Doğru yanlış; bizim Ayten nişanlanmış. Hem de yüzü nurlu mu nurlu, sakalı çember mi çember, ekonomisi düzgün mü düzgün bir efendiyle.
Tabi, tüm mahalleli sevindik. O açık saçık gezdiği günlerin günahlarından da arınır, imanı gürleşir, diye.
                                                   …
Nişanlandığı doğruymuş; giyiminden kuşamından anlaşıldı. Yalnız bir sorunu var. Ayten giyimin kuşamın ortalamasını bir türlü bulamıyor. Açık saçık geziyor, nesi var nesi yok meydanda, diye eleştirilen Ayten, bu kez yalnız gözleri görünecek biçimde dolaşmaya başladı. Bu kez de giysilerin içindekinin kim olduğu konusunda şüphe duyulmaya başlandı. 
Ayten sokağa kimi zaman yalnız kimi zaman nişanlısıyla çıkıyor; damat mübarek sakalını sıvazlaya sıvazlaya önden, o da hiç sağa sola bakmadan onun izinden yürüyordu. Birlikte geçişin tek yararı, geçenin bizim Ayten olup olmadığı konusundaki tereddütleri gidermesiydi.
                                                   …
Gelip geçmeler böyle sürerken, bir gün görenleri hayrete düşüren bir olay oldu. Ayten sokağın başından göründü, geliyor. Ama gözlerinden başka hiç bir yeri görünmeyen Ayten gitmiş, eski açık saçık giysilisi geri gelmiş. Üstelik tam bizim dükkanın önünde durup “Hayır işler Mehmet abi!” diye laf da atmasın mı? Ne diyeceğimi bilemedim. Bizim Ayten, hem de en günahkar haliyle. 
Şimdi mahalle esnafını da sardı mı bir merak? Öyle ya, bu hal ne haldır?
 Neyse arkadan haberi geldi: Ayten, nişanlısından ayrılmış. Ayrılınca da “Küstüğüm dağın odununu yakmam!” diye düşünmüş olmalı, çıkarıvermiş üstündeki fazlalıkları. 
                                                      …
Ama iş bununla bitmiyor; hani karıkoca arasına girilmez derler ya, öğrendik ki nişanlılar arasına da girilmezmiş. Daha birkaç gün geçti geçmedi, güvey önde, büyük olasılıkla içinde bizim Ayten bulunan giysiler arkada geliyorlar. 
Haftalar, bir küs bir barışık, bir kapalı bir açık geçmeye başladı. 
Tabi bu durum mahalle esnafının da en yaşamsal sorunu oldu. Artık çok da olmayan iş güç, bırakıldı “Ayten bu hafta açık mı gezecek kapalı mı? Yalnız gözlerini mi gösterecek yoksa her yanını mı?” sorusunun derdine düşüldü. Hatta bunun için bahse tutuşanlar bile oldu.   
                                                        …
 Geleceğin piyangolara, çekilişlere bağlandığı bir ülkede böyle bir fırsat dünyada kaçırılmazdı. Kaçırılmadı da; işe mahalle esnafından berber Osman el attı.
Berberlikle “Köşebaşı ajans” görevini birlikte yürüttüğünden, her şeyden haberdardı zaten:
- Arkadaşlar, dedi, bu böyle olmaz. Bir oyun düzenleyelim, bari birkaç arkadaş
kurtulsun.
Oturuldu, konuşuldu. Eski bir takvim yaprağı bulundu, en üste büyük harflerle “Ayten Toto”, altına da birden yüze kadar rakam yazıldı. Sayı başına iki buçuk lira. İsteyen birden çok oynayabilir. Bahsin konusu malum, her yanını mı, yalnız gözlerini mi? Bilenler arasında çekilecek kurada iki kişi parayı kazanacak. Demokratik mi demokratik. Hile yok, doping yok. Artık şansına güven.
Büfeci Necdet atyarışçı olduğundan, bu işlere alışık, biraz büyük oynansın istiyor:
- Sayı başına beş lira olsun da bir şeye benzesin yahu!
Geri kalan esnaf karşı çıkıyor “Fazlası kumara girer!” diyorlar. Bu kez anahtarcı Muzaffer söz alıyor:
- Peki arkadaşlar, tut ki Ayten bu hafta sokağa çıkmadı, o zaman ne olacak?
Organizasyon işi zor iş. Her türlü olasılığı düşünmek gerek. Hazır oyun oynanmış, paralar toplanmış öyle ya. Neyse, Necdet işin ehli, buna da çözüm buldu:
- Arkadaşlar, dedi, böyle durumlarda ikramiye bir sonraki haftaya devreder. Kimsenin bir zararı olmaz. Büyüdüğü için de katılımcı çoğalır. 
Kasabın köylü çırağı bu görüşe destek verdi:
- Doğru dedin, emmi. Bi deri duzla.
                                               …
Herkes birer ikişer, üçer beşer oynadı. “Benden bir kapalı” , “Benden beş açık.”
                                                         …
Hafta başı oldu, tüm gözler Aytengil’in sokağında. En çok da, ev sahibinden dertli olan berber Osman heyecanlanıyor. İkide birde maniler düzüyor:
- Yakma beni Ayten, başımda o ev sahibi de varken. 
Osman ağlansa sızlansa ne, Ayten o hafta hiç sokağa çıkmadı:
Yalan doğru, “Nişanlısıyla tatile gitmiş. Misler gibi haşemasını kuşanmış, deniz keyfi yapıyormuş” diyenler oldu. 
İkramiye ilk haftadan devretti. İkinci hafta oynayanlar ikiye katlandı. Tabi heyecan da iki kat.
                                                 …
İkinci haftanın başı; esnaf kan ağlıyor. Herkes “Para para!” diye Ayten’in yolunu gözlüyor. Gözler sokağın başında, heyecan zirvede. Osman ikide birde efkarlanıyor:
- Haydi be Ayten! Kapan da gel, kapan da gel!
Arada içerde et kıyan kasap çırağının sözleri duyuluyor, derinden derinden:
- Açın dı ge Ayten aba, açın dı ge Ayten abaa!
Ne gezer; ne gelen var ne giden.
                                                      …
Haftanın sonlarına doğru, umutların tükenmeye yüz tuttuğu bir anda,  Aytengil’in sokağından güzel giyimli bir bayan çıktı. Önce herkes “Yabancıdır, konuktur” 
dedi ama yaklaştıkça gelenin bizim Ayten den başkası olmadığı anlaşıldı.  
Tek başına; ne her yanı açık ne de her yanı kapalı. Önümüzden geçerken, sağa sola bakıp hafifçe tebessüm etti, yürüdü gitti. Sonradan öğrendik ki, Ayten iş bulmuş, çalışmaya başlamış; güvey “Çalışan zevce istemem!” deyince de temelli ayrılmışlar.
Anlayacağınız, esnafın son umudu da boş çıktı.