Küçük bir ilçede yaşıyoruz ya, belediye hoparlöründen yapılan ilanlar, doğal olarak herkesin ilgisini çekti. Gönüllerde yatan aslanların çoğu, kuyruklarını bir ters yüz edip havalandırdılar.
Konu şu: Bizim ilçede dizi film çekeceklermiş. İşin ilginç yanı mı? O daha güzel; dizinin oyuncuları bizim ilçe insanından olacakmış. Aldı mı herkesi bir heyecan? Kalpler başladı mı kütüldemeye. Az şey de değil tabi; işin ucunda dizi yıldızı olmak var, paraya para dememek var. İlçe halkı da işin hakkını verdi zaten. Her sokaktan neredeyse birkaç dizi filmlik artist adayı çıktı. 
                    
                                                               …
 
Böyle bir işten köşeyi dönecek yıldız oyuncular bir yana, daha çok kişiye ekmek parası çıkardı doğrusu. Öyle ya, bunun baş erkek oyuncusu var, baş kadın oyuncusu var, onların anaları babaları, kardeşleri, şoförleri, kötü kadınları, bıçkın delikanlıları, açmaları kapatmaları, aşçıları, manavları, kömür dağıtım görevlileri var, tefecisi var, hırlısı hırsızı var; nesi olmaz ki?
Ama, insanlara rol beğendirmenin de zorlu bir iş olduğu anlaşıldı bu arada: Daha fol yok yumurta yok, ilk itiraz çıkmaz sokağın köşesinde oturan Hüsnü abiden geldi. Neymiş? Bu dizide iç güveysi rolü varsa, kesinlikle kabul etmezmiş. “Hırsız bile olurum ama, iç güveysi demeyin bana” diye tutturdu. Neyse ki, mahallenin sözü dinlenenleri, susturmak için, mafya babasının köpeğini gezdiren adam rolüne razı ettiler de, sesini kesti.
 
                                                                …
 
Bu dizi işinden bizim Zeki’nin başına gelenleri hiç sormayın. Zavallı utana sıkıla anlattı zaten:
“Arkadaşım, burada film mi çekeceklermiş neymiş. Bizim küçük oğlanın boşboğazlığı, başıma iş çıkardı. Çocuk ya, annesinin yanında, bağıra çağıra söylüyor:
- Baba, kötü kadın rolünü Asuman ablaya versinler.
Şaşırdım kaldım:
- O da nereden çıktı oğlum?
Nereden çıktı dedim ya, asıl tehlike açıklamasında yatıyor:
- Hani sana balkondan bacaklarını gösterip duruyor ya.
Al başına belayı şimdi. Dizi çekimiyle filan ilgilenmiyormuş gibi görünüp kendi halinde fasulye taneleyen hatun, bir an elindeki işi bıraktı:
- Ne dedin sen? Kim nereye nesini gösteriyormuş bakayım!
Ben aslında farkında bile olmadığım olayı, “Film film, çekim var ya..” falan filan diye geçiştirmeye çalışsam da, boş. Hanım ikide birde, görürsün sen, der gibi başını yan yan sallamaya başladı. Hatta sayıklamalarına bakarsan, düşünde bile Asuman’ın bacaklarını cart diye ayırma antrenmanları yapıyor.”         
 
                                                                 …
 
Zavallı Zeki’nin durumu acıklılığını koruyadursun, çevredeki film yıldızı
olma heyecanının hiç de hız keseceği yok. Yan komşunun kızı baş kadın oyuncu olmayı kafasına koymuş. Annesinin izin vermeye niyeti olmasa gerek, uyarıyor:
-Bana bak, öpüşme sahnesi istemem; ona göre.
Kızın yanıtı hazır:
- Senin için rahat olsun annecik; o sahnelerde zaten dublör kullanacağım. Kılıma dokundurmam.
Annenin kıza güveni yok, eski defterleri açıyor:
- Kılına dokundurmayacakmış; o sarı oğlana da elini tutturmazdın hani?   
Annesi üstüne gittikçe kız celalleniyor:
- Kırk kez anlattım, anlamıyorsun anne! Çocuğun ayağı halıya takılınca üstüme düştü. Sen kaza diye bir şey duymadın mı ömründe?
Anne kaza sözcüğüyle tanışık aslında. Kendi kendine söyleniyor:
- Senin doğuşun asıl kaza.
- Bir şey mi dedin?
- Yok bir ses duyar gibi oldum da.
- İyi dinle, oyuncu ilanıdır. Sana da bir anneanne rolü çıkar belki.
 
                                                              …
 
Kenar mahallede bir kahvehane; dört genç okey oynuyorlar. Tam bir el bitip taşları karıştırırken ilanlar yine başlıyor. Oyunculardan biri, çok meraklı, bir yandan “kesin şu takırtıyı!” deyip kulak kesiliyor. Evet, yine film ilanı. Oyuncular aranıyor. Dip masada elini ezan okur gibi kulağına yaslayan yaşlı amca da ilandan hiçbir şey anlayamamış, soruyor:
- Çocuklar, dede rolü boş muymuş, ilanı okuyan hanım kızım ne diyor?
Okeycilerden biri işin gırgırında, amcaya takılıyor:
- Doluymuş bey amca. Kahvelerde işsiz güçsüz dede çok olduğundan, en önce dede rolleri tamamlanmış. Şansına küs artık.
Hazır meraklı bey amcayı bulmuşken sürdürüyor da:
- Çok güzel, babacan mı babacan, bir nine rolü var ama; ııh, sana gelmez. Sorun var!
- Ne sorunu var evladım.
- Öyle pala bıyıklı nine olmaz. İlçemiz için kötü reklamdır.
Kanı kurur yaşlı amcanın, ahir ömründe bir film yıldızı olayım diye heveslenirken.          
                                                           …
 
En zoru da aynı işyerlerinde, çalışanların birbirlerini atlatıp yıldız olmaya koşmaları oldu. Bir tornacı dükkanında, usta, kalfa ve çırak çalışıyor; üçü de aynı duygularda. Çırak küçüklüğün de etkisiyle hemen konuya giriyor:
-Usta bana yarın için yarım gün izin verir misin?
-Ne izniymiş o?
- Belediyespor’un futbolcu seçmeleri var da, ona katılacağım.
Neyse ki, usta futbola meraklı, çırak izni koparıyor. Ardından kalfa da lafı evirip çevirmeye başlıyor:
- Usta aksiliğe bak, yarın ben de şey yapamayacağım.
Kalfa dükkanın en önemli adamı, izin alması zor. Ama o oyuncu adayı olmanın verdiği şevkle bir yöntem buluyor:
- Yarın bizim eniştenin kaynatası ameliyat oluyor da, başında bekleyeyim; kan man gerekir bakarsın. 
- Kimmiş öyle o, başında bekleyecek kadar?
- Sen tanımazsın usta; adam bize iki yerden akraba. Bir uçtan da annemin kocası oluyor.
Ustanın kafası iyice karışır. Ama kendisi de gelmeyecektir ertesi sabah. Tamam der ikisine de. Yalnız kendisinin de gelemeyeceğini, yarın dükkanın kapalı kalacağını söyleyince, kalfa çırak şaşırırlar:
- Senin ne işin var usta?
- Çoktandır uğrayamadım, annemin kabini ziyaret edeceğim.
Bahaneye daha çok şaşırırlar:
- Mukaddes teyze yaşıyor! Bu hangi annen?
Yalanı işe yaramayan usta doğal olarak sinirlenir:
- Babamın diyecektim be, adamı yalancı çıkarıp durmayın!
Usta sinirlenmiş gibi yapınca kalfa çırak sesi keserler. Korkudan babasının da sağ olduğunu söylemeye cesaret edemezler.
Ertesi gün sabahın erken saatleridir; üçü üç ayrı koldan, yıldız seçimi yapılan binanın kapısına doğru ilerlerler. Üç yıldız adayı, birbirlerine hiçbir şey sorma gereği duymaz, yalnızca tebessüm etmekle yetinirler.
 
                                                              …
 
Bu arada, içerde yasak olduğundan, bir devlet dairesinin köşesinde sigara içen iki memur dertleşmektedir. Dumanını önce üfleyeni konuya girer:
- Böyle olmayacak, ek iş şart oldu.
Öteki o denli umutlu değil:
- Kendini kolay bulduk ya, ekini de buluruz artık.
Sigaranın dumanını önce üfleyen, bu olumsuz bakış açısına karşın yine de umudunu yitirmez:
- Öyle deme. Bak ilanlara, durmadan oyuncu arıyorlar. Yıldız olma fırsatı ayağımıza kadar gelmiş.
Öteki de yarı şaka yarı ciddi katılıyor dumanı önce üfleyene:
- Ne diyorsun, buna iş ilanı filan denmez; film yıldızı olalım, diye ayaklarımızın altına kırmızı halı sermek, denir.
Zaten böyle bir morale gereksinim duyan sigaranın dumanını ilk üfleyen iyice heveslenir:
- Hah işte böyle de. O ünlüler, analarının karnından dizi yıldızı doğmadılar ya.
 
                                                              …
 
İlçenin her yanında bunlara benzer konuşmalar olur; ve seçmelerdir, çekimlerdir derken, günler geçmiş, dizinin oynayacağı gün gelip çatmıştır. İlçe halkı televizyonun karşısındadır. Dizinin özbe öz biziz ilçeden oyuncularla çekildiği söylenen ilk bölümünü izlemeye başlarlar.
Tren bizim istasyonda durur, inenler yola koyulup ilçe merkezine doğru ilerlemeye başlarlar; ve kalabalığın ardından çekilen görüntülerdeki ense tıraşı, ceket rengi gibi ayrıntılarından bizim ilçeden iki kişinin film yıldızı olma konusunda yol aldıkları görülür. Başka bir görüntüye rastlanmaz. Hevesler, çekilecek yeni dizilere saklanır.