Buğday ekonomik önem arz etmesi açısından akla gelen ilk bitki türlerindendir. Ekonomik değerinin yanı sıra kültürel, tarihi ve hatta arkeolojik değerler taşır. Buğdayın insanla ortak hikâyesi bundan yaklaşık 10 bin yıl önce ‘Bereketli Hilal’ diye adlandırılan ve bugünkü İran, Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin’i kapsayan bölgede başlamıştır.  Yaklaşık 10 bin yıldır Anadolu topraklarında yapılan buğday tarımı, avcı-toplayıcı insan topluluklarının yerleşik yaşama geçmelerinde, güçlenip çoğalmalarında ve küçük yerleşim alanlarının büyük kentlere dönüşmesinde, kısacası Anadolu tarihinde çok önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’de 3.649’u (yüzde 31,82) endemik olmak üzere, toplam 11.707 bitki taksonu kayıtlıdır (Güner, 2012). 

Günümüzün modern ekmeklik buğday çeşitleri yaygınlaşmadan önce Anadolu’da; Siyez (Kavlıca) ve Gernik (Çatal Kaplıca, Çatal Siyez) gibi buğdayın ilkel kültür formlarının tarımı yapılıyordu. Ancak Dr. Borlaug’a 1970 Nobel Barış Ödülü’nü kazandıran ‘’Yeşil Devrim’den’’ sonra yerel buğday çeşitlerinin ekim alanları azaldı ve ortadan kaybolmaya başladı. Türkiye’de buğday ıslah çalışmaları cumhuriyetin ilanından sonra Eskişehir Tohum Islah İstasyonunda başladı; bölgeden toplanan köy çeşitleri arasında seçilim ve uyum çalışmaları yapılarak ekmeklik ve makarnalık çeşit ihtiyacının karşılanması amaçlandı. Çalışmalar 1960’lı yıllarda hız kazandı. Kültürü yapılan ilk buğdaylar kavuzlu yapıdaydı ve bu kavuzdan kurtulmak için fazladan tarımsal işlem gerekiyordu.

Modern çeşitlerde bu kavuz kolayca ayrıldığı için maliyet açısından bir sıçrama oldu. Kalabalıklaşan dünya nüfusu, teknoloji alanındaki makineleşme alanındaki değişme ve gelişmeler, yetiştirilen ürünlerin çevre koşullarından daha az etkilenmesini sağlamak için yapılan ortak çalışmalarla tüm dünyada ve ülkemizde bir değişim başladı. Esas amaç yüksek verimli ve ucuz maliyetli bir ana ürün meydana getirebilmekti. Ülkemizde buğday üretim alanları, zamanın İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından 9 alt bölgeye ayrılmıştır; Karakılçık çeşidimiz Orta ve Kuzey Anadolu, Batı Anadolu ve Ege, Marmara, Akdeniz, Kuzeydoğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, Orta Doğu Anadolu ve Orta Güney Anadolu bölgelerinde bir zamanlar makarnalık olarak yetiştirilmekteydi. (Çekel, 1960).

Yerli tohumlar zirai tohumlara göre; besin değeri oldukça yüksek olmasına rağmen, genotiplerinin düşük verimli olması, daha sert ve dolayısıyla daha zor öğütülmeleri yüzünden üreticiler tarafından tercih edilmemelerine sebep oldu. O zamandan bu zamana önceliği; yetiştirmesi ve tohum temin etmesi güç olmasına karşın yerli tohumlar almaya başladı. Karakılçık da bu gibi sebepler yüzünden gözden düşen fakat oldukça değerli olan yerli çeşidimizdi. Adını başaktan uzayan kılçıkların siyah olmasından alır. Hibrit olmamış bir buğdaydır ve sadece lezzet açısından değil besin değeri de çok yüksek olan atalık tohumlardır. Karakılçık buğdayının en önemli karakteristik özellikleri diğer buğday türlerine göre esmer ve daha sert oluşudur.

Dış kabuğundaki sertlik diğer buğday çeşitlerinden daha fazla olduğu için; yeni nesil öğütme makinaları ile öğütülememektedir. Eski usul taş değirmen ya da su değirmeni kullanılır. Lezzet olarak beyaz una göre kat kat üstün olsa da; bu öğütme zorluğundan dolayı fabrikalarda tercih edilmemektedir. Glütenin sindirim sistemimizde sorunlar yarattığı son dönemde sıkça gündeme gelen bir konudur. Karakılçık buğdayı glüten içeriği bakımından da diğer buğdaylara göre daha az içermektedir. 1 Kilogramda sadece 18 gram glüten içermektedir. İçerdiği demir, fosfor, protein gibi elementler sayesinde sindirimi kolaydır. Lezzetli, aromalı kolay sindirimli yerli buğday çeşidimiz bulgurluk olarak az da olsa tarımı yapılan yerlerde rağbet görmektedir.

Bin Dane Ağırlığı; 33,1 protein %’si 12,44’dür.Karakılçık buğdayımız diğer buğday çeşitlerimize göre ortalama 20-25 gün daha geç hasat edilmektedir. Öğütülmesi zor olsa da, verim diğer çeşitlere göre az olduğundan talep fazlalığından dolayı piyasada kilosu 5 TL’ye kadar satışı yapılmaktadır. Sağlıklı beslenmeye olan eğilimin artması, son zamanlarda köyden kente olan yumuşak geçiş ve atalık tohumlara sahip çıkma ihtiyacı karakılçık ve diğer birçok yerli çeşidimizi bütün yetiştirme ve verim azlığı gibi sıkıntılarına rağmen yeniden gündeme getirmiş ve tarımını tekrar yaygınlaştırmaya başlamıştır.

Editör: Haber Merkezi