Enfes bir Gölcük akşam üzeri, iftara yakın saatler, tatlı bir serinlik, göl çarşaf gibi. Mutlu ve huzurlu olunacak en müsait ortam, Ramazan ayının susuzluğunu hissetmediğimiz bir günde Işlak Çay Bahçesi. Oturup kalkanlarla sekiz-on kişilik bir grup, ikisi dışında 67-72 yaş arası, beş-altısı hacı. Diyeceğim; görünüşte olgunluğun, oturaklı kişilerin, akil adamların hoş sohbet ortamı. Siz öyle zannedin. Kahramanımız masaya teşrif ediyor. Başbakan’ın, son Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında olduğu gibi, masanın başı münasip görülüyor kendisine, bilirsiniz canım Ödemiş’in bilindik kişilerinden Kuşçu İlhan. O gelesiye malûm havadan sudan muhabbetler, gerçi sazı (pardon sözü) ele alınca kahramanımız, o muhabbetleri de mumla aradık ya neyse.
Burada konuya biraz ara verip, Mustafa Erdal ağabeyin bir kitabına “İnce Çene” adını veren, geçmişte Ödemiş’te yaşamış renkli bir simanın anlatıldığı nefis eserinin kahramanını anımsatmak isterim siz değerli okurlarıma. Aranızda mutlaka okuyanınız vardır. Eğer okumadıysanız, Ödemiş Belediyesi Şehir Kütüphanesi’nde var mutlaka okuyun. Gerçi “İnce Çene” bizim tamşanın yanında akademisyen sayılır, insan ondan kırık-kırtık bir şeyler öğrenir. Gelelim bizim nezih (!) topluluğun kişilerine. Bisikletçi Nazmi, su müdürü, Hacı Raşit, Sedat, Sait beyler, eczacı Rafet ağabey, profilci Turhan, ben ve iki kişi daha.
Bugün gibi hatırlıyorum, Gölcük’teki parklarda, kahvehanelerde çay fiyatları gibi lüzumsuz bir konu idi görüşülen. Tipik emekli psikolojisi içindeki kişilerin muhabbeti. Bu tür kişiler; Ödemiş’te de biraraya geldiklerinde veya karşılaştıkları yerlerde, pirinç, şeker, deterjan vb.gibi ihtiyaçların Tansaş’ta mı Karabıyık’ta mı ucuz onu konuşurlar. Beş-on kuruş için de bütün alışveriş (AVM) mekânlarını dolaşırlar.
Kuşçu, söze hiç alâkası olmayan bir konuya geçerek eczacı Rafet ağabeyi hedef aldı; hatırlıyor musun; Altınyunus’ta (Çeşme) arkadaşlara kahve ısmarlayacaktın da pahalı diye vazgeçtin. Hatırlamıyorum cevabını alınca, sen bunamışsın diye hakaretamiz söylemlerine başlamış oldu. Rafet ağabey de ben senin gibi bir sınıf İlhan’ı okuturum, ne bunaması cevabını verdi.
Kuşçu devamla, otelin kumarhanesinde kumar oynadığını da hatırlamıyorsundur? diye ivazsız sözlerini sürdürdü. Rafet ağabey sinirlenmesine rağmen alttan alarak, “ben arkadaşlarımı gerek kumarhaneden, gerek saunadan uzak tutardım, onları çıkarmaya giderdim. Merak saikiyle oynamış olabilirim” dedi. Kuşçu İlhan densizliği ele almıştı bir kere; sen! rakı içtiğini de hatırlamıyor sundur? diyerek dal… şahikasına ulaştı. İçtim, hem de adam gibi içtim, benim masam her zaman her yerde ilgi odağı olur, herkes çevreme toplanırdı. Ne varmış bunda? cevabını verdi. Onca mütedeyyin insanın içinde, belki de hayatlarında ağızlarına içki sürmemiş arkadaşlarının nazarında Rafet ağabeyi neden böyle küçük düşürecek sözlerle kuşçu İrfan’ın hırpalamasına ben de halâ akıl erdirebilmiş değilim. Ayıp kelimesi hafif kalır. İşte o anda bir başka patavatsız bütün gücü ile sesli olarak, küçük bir kâğıt mendile burun ifrazatını boşalttı, bu komşu aynı hareketi beraber olduğumuz hemen her gün yaptığı gibi, camide de devamlı yaptı koca yaz (çok özür dilerim,yazıp-yazmamak için çok düşündüm, bunların yakınları, arkadaşları, cami görevlileri niye ikaz etmezler) ben kendimi eve zor attım .Öğürmekten orucumun zedelenmesi de ihtimal dahilindedir. Mide bulantısı ile iftarı zor ettim. En gıcık olduğum sözlerden biri de “kahve kültürü” kelâmıdır. Bu mu kahve kültürü? Allah bunlar gibileri bu kültürün içine batırsın.
Ben parktan ayrıldıktan sonra ne oldu bilmiyorum. Rafet ağabey çelebi mizaçlı biri olmasa sandalyeyi kafaya geçirmesi işten bile değildi ama yapmaz. Üzüldüğü ile kalır, zaten bu aralar yaşı icabı olsa gerek çok hassaslaştı, eşi de öyle söylüyor. Ertesi gün karşılaşmamızda, yılan beni kavak ağacının tepesinde de olsam bulup sokuyor. Bana insan içine girmiyorsun diye darılıyorsunuz, bunların arasında normal bir insanın ne işi olabilir? “Kur’an-ım, kitaplarım, gazetem bana yetiyor” dedi. Cemaatlere de pek gelmiyor artık, yukarıda bahsettiğim olumsuzlukları yeniden yaşamamak için olsa gerek. Bayram sonu pazar günü Rafet ağabeylerle Göl Cafe’ye gittik. Bütün aile fertleri çocukları, torunları yanındaydı. Kahvenin dış kısmında, Kuşçu dahil dört kişi ellerinde iskambil kâğıtları, hararetli bir şekilde oyun oynuyorlardı. Etraflarını hayli meraklının çevrelemesine bakılırsa, ucunda yüklü bahis olsa gerek diye düşündüm. Kulağıma eğilerek; “Dinime dahleden, bari müselman olsa” dedi ve müsaade isteyerek güzelim çocuklarını bırakıp evinin yolunu tuttu. Ben de ayrılıp, eve geldim ve bu yazıyı kaleme aldım.
Rahmetli annem; böyleleri için tamşa derdi. Bence bu tabir hafif kalır. Kuşçu ile benim de bir anım var. Yine bu yaz ikindiye yakın, peynirci Talip’in dükkânı önünde yağlı-yavan konuşuyordu. Ben alışverişimi yaptım, buna hadi ezan yakın gidelim dedim. Diyemez olaydım; tamşadan cevap kişiliğine uygun geldi. “Rahmetli babamın bana vasiyeti var, camiye imamdan önce girme” bu sözün ne anlama geldiğini bilen varsa gazetedeki yorum sayfasına Allah aşkına yazsın. Benim rahmetli babam da böyle birileri söz konusu olduğunda; “İnsanlık dad-ı Hak’dır (Allah vergisi), her bir kula müyesser olmaz” derdi. Çocuklar Duymasın dizisindeki Mustafa Ali karakterinin dediği gibi bitirelim yazımızı yaaa.
Saygılarımla…