2012 Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılmaya hak kazanacak ülkelerin belirleneceği eleme maçlarına geçtiğimiz 8.Eylül.2010 Cuma akşamı yapılan müsabakalarla devam edildi. Toplam 9 gurupta yer alan 52 ülkenin (7 gurup 6’şar, 2 gurup 5’er ülke) milli futbol takımları müsabakaları oynandı.
Türk Milli Futbol Takımımız, gurubumuzun güçlü ekibi, son Dünya Futbol Şampiyonası’nda (Temmuz 2010- Güney Afrika) 3. olan Almanya ile deplasmanda Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynadı.75 bin kişilik statta tüm biletlerin satıldığı açıklandı. 35 bin Türk seyircisi bu müsabakayı seyretti. Tabii kahrolarak. Bizler de milyonlarca Türk televizyonlarımız başında bu dramı seyrettik.
Sözü, Mesut Özil’e getirmeden Avrupa’daki 3. kuşak bu çocuklarımızdan bahsetmek isterim. Bunlar maalesef anavatanlarını tanımadan, sevmeye fırsat bulamadan ömürlerini geçiriyorlar. Ana-Babalarının vatan hasreti çekenler belki yılda, belki 3-5 yılda bir defa akrabalarının yaşadığı şehirlere 10-15 günlüğüne geliyorlar. Ne akrabalarını tanıyorlar, ne bir arkadaşları var ülkemizde. Yabancı bir turist gibi gelip gidiyorlar. Futbol yeteneği olan bu evlatlarımız, Alman Futbol Federasyonu gözlemcileri ve Alman futbol kulüplerinin teknik ekiplerince takip ediliyor ve çok küçük yaştan itibaren örneğin Almanya’da sayısı binlerle ifade edilen futbol okullarında eğitimlerini alıyorlar. Yalnız futbol değil, kolej, lise hatta üniversite tahsilleri kulüpler ve yaşadıkları ülkenin futbol federasyonlarınca maddi manevi takip edilerek mükemmel bir insan ve sporcu olması sağlanıyor. Çok yetenekli olanlar, yaşadıkları ülkenin veya Avrupa’daki diğer ülke takımlarında astronomik transfer ücretlerini alınlarının terini akıtarak alıyorlar. Birkaç örnek vermek gerekirse; Hamit, Halil kardeşler, Mesut Özil, Nuri Şahin, Yıldıray Baştürk ve adını yazmaya yerimizin yetmeyeceği Türkiye’mizde de oynayan yüzlerce evladımız.
İşte yazımıza başlık olarak aldığımız Mesut Özil’i ele alalım. Bu çocuk bu mevkilere kolay gelmedi. Çok çalışarak ve yaşadığı Almanya’da tam bir eğitim alarak. Mesut, milli takımlara layık görülüp, tercih hakkını Almanya’dan yana kullanınca çocuğa ülke olarak neredeyse düşman olduk. Bunda spor basınımızın dahli büyüktür. Yalnız Almanya’da sayıları binlerle ifade edilen bu yetenekli çocuklarımızdan Avrupa’nın hemen her ülkesinde binlercesi futbol okullarında eğitim alıyorlar. Peki, bizim devletimiz, Spor Bakanlığı, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, Türk Futbol Federasyonu (ki, bütçesi yüzlerce milyon TL.veya Dolar, Euro cinsinden dövizle dolu bulunuyor.) Her sene dünyanın neresinde özellikle Avrupa’da yaşayan bu gençlerimizden yüzlercesini her yıl birer ay güzel vatanımıza getirip misafir ettik mi? Kültürümüzü, dilimizi öğretip sevdirdik mi? Biz bu çocuklara ne verdik ki; tam olgunluk ve verimliliği üst düzeye geldiğinde, tercihini yaşadığı ülkeden yana kullanınca kaka çocuk muamelesi yapmaya hakkımız var mı? Hani ülkemizde futbol okulları? Neden Anadolu çocuklarına biz de ülke olarak Avrupa ülkeleri gibi sahip çıkmıyoruz.
Mesut Özil’in maç boyunca bizim Türk seyircilerince ıslıklanması çok ayıp oldu. Bir kere protesto mahiyetinde yaparsın olur biter. Seyirci kendi takımızı destekleyeceği yerde top Mesut’un ayağına geldiğinde kulakları sağır edecek protesto ıslıklarına başlıyordu. Bu çocuğumuz, Dünya Futbol Şampiyonası’nda oynadığı Alman Milli Takımı’nda gösterdiği başarı ile bu yıl, dünyanın en büyük kulüplerinden İspanya’nın Real Madrid takımına transfer oldu. Onu orada seyrederken bir Türk olarak alkışlamayacak mıyız? Onunla gurur duymayacak mıyız? Bu çifte standart hatta ikiyüzlülük olmayacak mı? Çocuk attığı gole sevinmedi bile. Hatta o gole kadar kalemize pek sokulmadı bile. Attığı golden sonra kendi teknik direktörünün yanına gidip oyundan alınmasını istedi. Hocası o an çıkarmadı, maçın bitimine birkaç dakika kala değişikliği yaparak Mesut’u alkışlatarak oyundan aldı.
Türk insanındaki milli duygu, belki dünyanın hiçbir milletinde bizdeki kadar yoğun değildir. Milli takımımıza, hatta kulüp takımlarımıza yabancı hoca getirmek büyük hatadır. Hidding büyük hoca olabilir. Bizim çocukların haleti ruhiyesini ancak bir ağabey-teknik direktör anlayıp onları motive edebilir. Fatih Terim’in ayrılmasından sonra ülkede hemen herkes Türk teknik direktör gerekliliğine işaret hatta ısrar etti. Hatta esprili Teknik Direktörlerimizden Yılmaz Vural, Türkiye’de ne kadar bu görevi yapabilecek antrenör varsa isimleri yazılıp bir torbaya konularak bir isim çekilsin, kim çıkarsa bu görev ona verilsin diye Futbol Federasyonu ile dalgasını geçmişti ironik bir tanımla. Salı günü sizin bu satırları okuduğunuz akşam Azerbaycan Milli Futbol Takımı ile maçımız var. Allah korusun yenilirsek ve Hidding’i göndermeye kalkarsak, sözleşmesindeki tazminat tutarının (8-10 milyon Euro olduğu söyleniyor.) bu milletin parasını ödeyeceğiz. Saçı bitmedik yetimlerin hakkı olan bu tazminata günah değil mi? Türk Futbol Federasyonu’nda bir üyenin dediği oluyor hep. Levent Kızıl. Hidding onun ısrarları ile getirildi. BJK’nin Del Bosque, Tigana, FB’nin Aragones, Zico tazminatları ciğerimizi yakmamış mı idi. Biz böyle örneklerden dersi ne zaman çıkaracağız?
BJK’nin oynadığı son Avrupa Kupası maçında rakip Avusturya Wien takımında sahada üç Türk oyuncusu vardı. Belki dikkatinizden kaçmıştır. Bizim BJK’de de üç Türk oyuncumuz vardı ilk onbirde. Kaleci Hakan Arıkan, İbrahim Toraman, İbrahim Üzülmez. Ben nasıl üzülmeyeyim, nerede bizim kendi öz evlatlarımız?