Karamanoğlu Mehmet Bey 12 Mayıs 1277 bir tarihinde yayınladığı fermanında;
“Bu günden sonra hiç kimse; sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda TÜRK DİLİ’nden başka dil kullanmaya!” deyişinden bu yana 735 yıl geçti. Acaba biz Türkler bu büyük devlet adamının emrine/isteğine ne kadar uyuyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da, Dil ve Edebiyat Derneği, Türk Yazarlar Birliği ve Türk Dil Kurumu’nun önderliğinde “ANAYASA’nın DİLİ” konulu bir sempozyum düzenlendi. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da önemli bir konuşma yaptığı bu toplantıda yeni anayasa yazılırken nasıl bir dil kullanılması gerektiği konusunda dikkate değer görüşler, özellikle üniversite hocalarınca dile getirildi. Bildiriler sunuldu.
Bu sempozyumda; Türk Dili ve Edebiyatı alanında bir otorite olan Sayın Beşir Ayvazoğlu da “Ali Fuat Başgil’e Göre Türkçe ve Hukuk Dili” bildirisiyle katıldı.
Büyük bir mütefekkir (düşünce adamı-düşünür) ve kudretli bir hukukçu olan merhum Başgil, Milli Şef ve ekibi tarafından bütün ilim dallarında terimlerin öztürkçe -leşmesine karar verilip uygulamaya geçildiğinde direnen tek ilim adamıydı. Bu konudaki fikirlerini çekinmeden Milli Şef’in yüzüne söyleyebilen yürekli bir muhteremdi.
Fakat Türkçemizin korunması, yapılan öztürkçeleşme yanlışını yazılarıyla, çıkardıkları “Türk Milliyetçiliği”  dergileriyle savunan merhum Alpaslan Türkeş ve Türk Milliyetçisi diğer arkadaşları Milli Şef’in emriyle tabutluklara atıldılar ve tırnakları sökülerek türlü işkencelere maruz kaldılar. Maalesef bu günün sözde ülkücüleri, Milli Şef’in Ulusalcı torunlarıyla can ciğer kuzu sarması. Geçelim…
Ülkücü camiaya tavsiyem, Türk Dili’nin korunması ve bozulmaması ile ilgili büyüklerinin geçmişte verdiği ibretlik mücadeleyi okuyup öğrensinler. Bugün kimlerle dans ettiklerini iyice bellesinler.
Başgil’in ve Necip Fazıl gibi birkaç yürekli edibin karşı çıkmaları; elbette dilin tabii gelişmesi değildi. Onların itirazı, “Türk Dili’nin hükümetin baskıyla kelimelerin gelişigüzel değiştirilmesi” idi.
Bu milletin dili, asırlar içinde ve nesillerin hafızasında dövüle yoğrula yerleşmiş bir manâ, his ve hayaller bütünüdür. Bir milletin, maddi hayatında pek çok şey değişebilir. Örneğin; kağnı yerine kamyon, karasaban yerine traktör konulur, konulması da lâzımdır. Teknik gelişmenin gereği budur. Fakat manevi hayatın unsurları değiştirilmek istenilirse, ortada millet bütünlüğü kalmaz. Dil bu kadar önemlidir.
Ali Fuat Başgil Milli Şef İsmet İnönü ile yüz yüze konuşmasında “Her kelime ve tabirin arkasında” bir tarihin yaşadığını hatırlatır. Başgil, meselâ “Kamutay” diye değiştirilmek istenen “Büyük Millet Meclisi” tabirinin arkasında bütün bir Milli Mücadele Tarihinin ve İstiklâl Harbi sahnelerinin bulunduğunu söyler. Milli Şef, Ali Fuat Bey’in sadece “Kamutay” kelimesiyle ilgili eleştirisine hak vermiştir. “Türkiye Büyük Millet Meclisi” ancak bu şekilde muhafaza edilebilmiştir.
Çok geçmeden, ana kanunların dilini değiştirmek için de Maarif Vekâleti’nde (Milli Eğitim Bakanlığı) bir büro kurulur. Bir yandan da ders kitaplarının dili değiştirilmekte, üniversitelerde aynı maksatla bürolar açılmakta, hocaların üniversite tarafından yayımlanacak kitapları bu bürolardan geçtikten sonra basılabilmekte idi.
Devlet, henüz biten (1945) İkinci Dünya Harbi’nin yarattığı problemlerle ilgileneceği yerde, bütün kurumlarıyla Türkçe meselesine abanmıştır.
Ali Fuat Başgil’in o günlerde Cumhuriyet ve Vatan Gazetelerindeki Türkçeyi savunan ve uydurukça Türkçeye karşı yazdığı makaleler Ankara’yı öfkelendirmiştir.
Maarif Vekili Hasan Ali Yücel Çankaya’dan aldığı direktifle Adliye Vekâletine yazdığı suç duyurusundan bir netice alamamıştır.
Ali Fuat Başgil’e göre, bir milletin dili “beş-on senenin, bir-iki neslin işi ve eseri değil, asırlar içinde nesillerin dimağındaki dil hafızası merkezleriyle köklü bir tabiat (yaratılıştaki hal ve nitelik) ve istidat (beceri) haline gelmiş ve insanın biyolojik varlığına yerleşmiş bir alışkanlıktır.
Asırlar içinde oluşmuş Türkçe’nin “toplum mühendislerince budanıp ruhunun yok edilmesine müsamaha edilmemelidir. Bırakın Milli Şef’i, parlamentolar bile milletin dilini değiştiremez. Memlekette konuşulmayan bir dille anayasa yazılamaz. Meclis’e milletin verdiği vekâlet, böyle bir yetki vermemiştir.
Anayasa ve kanunlar yaşayan herkesin anlayabileceği bir Türkçe ile kaleme alınmalıdır. Herkesin zihninde karşılığı aynı olan kelime ve kavramlar kullanılmalıdır. Bu günlerde anayasa yazımı başladı. CHP’nin minderden kaçmak için neler ileri sürdüğünü ve özellikle Anayasanın dili ile ilgili tutarsız çıkışlarını hep beraber göreceğiz. Bunlar halkı, dilini anlamazlar. Resmi tarihle bizim nesli atalarımızdan, Osmanlı’dan soğutmak için ellerinden geleni yaptılar. Dilimize sahip çıkmalıyız.
AK Parti anayasayı yapmak zorunda. Başarısızlığı, on yıllık iktidarında adım adım inşa ettiği mimariyi yerle bir eder. AK Parti’nin inşa ettiği yeni Türkiye, anayasa başarılırsa yeni bir sistemin üzerinde oturacak. Yeter ki yeni bir anayasa çıksın. Başarının şerefi bütün partilerin olacaktır. Kutuplaşmaya, kavgaya eğilimli siyaset tarzımız, inşallah uzlaşmanın dili olur.
Askeri vesayet düzeninin sel suları gibi çekildiği siyasi alan üzerinde CHP’nin yeni şartlara uyum sağlaması lâzım. Anayasa CHP’ye rağmen yapılabilir. Bu durum AK Parti için her ne kadar bir eksiklik olsa da CHP için, kendisini uzun süre toparlayamayacağı bir felaket olur.
Yeni Anayasa’da MHP’nin rolü, tahmin edilenden fazla önem taşıyor. MHP’nin “Türk devletinin asli sahibi” sıfatıyla, yüzyılın en önemli konusu olan “Yeni Anayasa” yapımında bu çemberin içinde kalması ve asli unsur olması gerekir. BDP’nin provakatif önerilerine aldırılınmamalıdır. Yeni anayasadan en kârlı çıkan, kanaatimce MHP olacaktır.
Biz sadece anayasa yapmıyoruz. Siyasi kültürümüzü, sistemimizi, algılarımızı, iş görme biçimimizi, birbirimize bakışımızı ve birlikte yaşama kurallarımızı değiştiriyoruz. Kendini bu yeni şartlara uydurmayan yok olmaya mahkumdur. Hiç kimse uymazsa, yeni anayasa başarılamazsa, yaşayacağımız felâkete herkes ortaktır. Bahane üretmenin hiç değeri yoktur. Asgari müştereklerde birleşilmelidir. Masada herkes bulunmalı. Son olarak milletvekillerini doğrudan halkımız seçmeli, lider sultasına son verilmelidir. Milletvekili sayısı da çoktur. Bu konu da mutlaka ele alınmalı, dar bölge sistemi ile her bir milletvekili, bir bölgeden seçilmelidir. Bizim gibi küçük yerleşimlerin mağduriyetine artık son verilmelidir.
Saygılarımla.