Hacettepe Üniversitesi Türk Halkbilimi Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi Tireli Meltem Alkur’un Tez-Koop- İş Kadın Dergisi "İklim Krizine Kadın Bakışı" adlı sayısında yayınlanan yazısı.

Yeşilin onlarca tonunun birbirini kucakladığı, dağıyla taşıyla insana yaşadığını hissettiren, üç dağın eteğine sırtını yaslamış incir başkenti Başköy, eski adıyla Uzgur Köyü, İzmir’in Tire ilçesine yaklaşık 25 km uzaklıkta bulunuyor. Ilıman iklimiyle insanları gibi sıcacık olan bu köyün başlıca geçim kaynağı incir ve Ege Bölgesi’nin en kaliteli incirleri bu köyde yetişiyor.

Maalesef köyün başına adeta karabasan gibi çöken jeotermal davası son zamanlarda Başköy’ün adını daha sık duymamıza sebep oldu. Köylüler, geçtiğimiz yıl Haziran sonlarında köye jeotermal sondaj için ÇED başvurusu yapıldığını öğrendiler ve bir gün caminin hoparlöründen “Jeotermalciler köyümüze geldi” anonsunun yapılmasıyla kendilerini 4 ay sürecek bir mücadelenin içinde buldular. Belki bilmeyenleriniz vardır, incir meyvesi nemli havaları hiç sevmez. Bu yüzden bölgeye jeotermal santral kurulması halinde ağaçlar kısa sürede verimsizleşecek ve işte o zaman köylünün ocağına incir ağacı dikilmiş olacaktı. Bu nedenle köylü tek yürek oldu ve ağaçları koruma direnişi başladı. Köyde kurulan çevreci komisyonla Tire Belediyesi ve Tire Kaymakamlığı’na çıkıldı, çevrecilerin de katılımıyla köy meydanında günlerce süren oturma eylemi yapıldı, hazırlanan pankartlarla doğa karşıtı bu girişim protesto edildi ve şirkete dava açıldı.

Bu mücadelenin başını çeken iki kadın Saliha Özdemir ve Pınar Koldaş... Saliha Abla 39 yaşında iki çocuk annesi, doğma büyüme Başköylü. Büyükkale köyünden Başköy’e gelin gelen Pınar Abla ise 30 yaşında ve o da iki çocuk annesi. Maalesef küçük oğlu doğuştan astım hastası ve en ufak bir hava değişiminde kriz geçirebiliyor. Pınar Abla’nın tertemiz havasıyla, dağıyla, taşıyla, doğduğu yer olmasa da doyduğu yer olan Başköy’ü çok sevdiği apaçık ortada. İncir meyvesi nemli havaları hiç sevmez. Bunu çok iyi bilen Başköy ahalisi, iki Anadolu kadınının önderliğinde, ağaçların geleceği için jeotermal santrale karşı tek yürek oldu. Başköy kadınlarının mücadelesi, jeotermali aştı; alışılagelmişe, el âleme, hatta ataerkil toplumla mücadeleye dönüştü.

“O kadar güzel mücadeleydi ki ilk kez kendimizi hissettik, kendi sesimizi duyduk. Belki eşlerimiz bile bu yönümüzü ilk kez fark etti” diyen Pınar Abla, şu sözlerle aktarıyor süreci: “4 ay süren, çok zorlu bir mücadeleydi. Biz aslında iki mücadele birden verdik. Önce gittik köy meydanında jeotermalcilere karşı direndik; sonra eve geldik köydekilerle, aramızdaki çürük elmalarla mücadele ettik. Ben sonuna kadar ailemin hakkını savundum ve eşim kıskanç biri olmasına rağmen, beni desteklemekten asla vazgeçmedi.”

Kendilerinde fark ettikleri bu güç sadece Başköy’ün jeotermal mücadelesine değil, Aydın’ın köylerindeki mücadelelere de kıvılcım oldu. Köylerindeki sorun şimdilik çözülmüş olsa da başka köylerin jeotermal mücadelelerine destek olmaya devam ediyorlar. Başlarında çemberleri, ayaklarında şalvarlarıyla...

“Sizin kadınlarınız nerede”

Pınar Abla, gittikleri bir köyde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Kahvehaneleri görseniz adamlar sürekli okey oynuyor. Meydanda kadın desen yok. Biz orada başka köyden desteğe gelmişiz, adamlar kılını kıpırdatmıyor. Mikrofonu elime aldığımda söylediğim ilk şey ‘Sizin kadınlarınız nerede’ oldu. ‘Üç çocukla, beş kadınla olmaz ki bu iş. Bir kere sizin en başta yapmanız gereken şey, gidin şu kahveyi dağıtın. Ben burada boğazımı yırtarken o adam orada oyun oynayamaz. Burada onun çocuğunun da hakkını savunuyoruz’. Bu çıkışım üzerine insanlar kendilerine çeki düzen verdi ve kadınlar da cesarete geldi. Niye illa jeotermale yatırım yapılıyor? Başka bir yatırım yapılsın, onlar da yararlansın, biz de yararlanalım. Gel kooperatif aç, fabrika aç. “Gençlerimizi kalkındırmak için okul, üniversite aç. Hastane aç. Hiçbir şey açamıyor musun, gel buraya bir pastane aç. Çoluğumuz çocuğumuz kazansın. Sen de kazan biz de kazanalım.”

Saliha Abla da meydana çıkmaya çekinen köylü kadınları hedeflemiş önce. Onların sinmelerine itirazını aktarıyor cesur yüreğiyle: “İlk olarak Kızılcaköy’e gittik. O köyün kadını erkeği bize hep şunu söyledi: ‘Bizim köyümüzün kadınları sizin sayenizde kalkındı.’ Biz toplantı olduğunu öğrenince buradan üç dolmuş gittik. Oraya bir vardık, meydanda erkek var ama kadın yok! Kadınlarınız nerede dedik. Korkarlarmış onlar. Neymiş efendim köy kahvesinin önüne çıkıp konuşamazlarmış, utanırlarmış. “Ayıpmış”.

Saliha Abla, Ege Bölgesi’nin en kaliteli incirlerinin İzmir’de yetiştiğinin altını çiziyor ve “Burada işletmemiz olmadığı için tüccarlar bizden aldığı inciri Aydın’a götürüp orada işliyorlar. Sonra da kendi etiketlerini basıyorlar. Niye bizim ürettiğimiz mahsulün adı Başköy İnciri olmuyor? Niye bizim gençlerimiz bu fabrikada çalışıp iş sahibi olmuyor” sözleriyle isyanını dile getiriyor.

Gördüğünüz gibi Başköylü kadınların mücadelesi, çoğu noktada jeotermale karşı olmaktan çıktı ve alışılagelmişe, “sözde” ayıba ve el âleme, ataerkil topluma karşı verilen bir mücadeleye dönüştü. Jeotermal davaları hâlâ bitmiş değil. Pınar Abla ve köyden üç erkek insanlara hakaret etmek ve onları galeyana getirmek suçundan mahkemeye verildi. Ne kadar acı ki şikâyetçi olanlar yine Başköy’den.

Güzel tarafından bakarsak, önümüzdeki seçimlerde Başköy’de kadın bir muhtar görmemiz oldukça muhtemel. Ayrıca, en yakın zamanda bir kadın derneği açmayı düşünüyorlar. Köyde çocukların oynayabileceği bir parkın olmamasından ve gençlerin işsizliğinden şikâyetçiler. Dernek altında birleşerek bu işleri daha kolay yürütebileceklerine inanıyorlar.

Sonuçta iki kadın, birçok insanın yapamadığını yaptı. Bir oldu, beraber oldu ve ağaçları korudu. Başköylü bir kadın olarak bu mücadelenin tamamında orada bulunamadım ama bu yazıyla huzurunuzda Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözünü bizlere bir kere daha hatırlattıkları için kendilerine teşekkür ediyorum.

Editör: Haber Merkezi