Haber: Dilek Ayvalı

Milli Mücadele döneminde İngilizlerin desteği ile Kuvayi Milliye’ye düşmanlık yapan Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticisi İskilipli Atıf’ın Çorum Valisi Mustafa Çiftçi ve yöneticiler tarafından mezarı başında anılmasına tepkiler sürüyor. Eğitim İş Tire Temsilciliği de Cumhuriyet Başsavcılığına giderek suç duyurusunda bulundu.

“Vatana ihanetin nedeni olmaz; er ya da geç bedeli olur!” Diyen Eğitim İş tire Temsilcisi Özgür Anafartalar, “Yunan, İzmir'i işgal edip Türkleri katlederken, kadınlarımız düşmana kendilerini teslim etmemek için canına kıyarken " Yunanla savaşmayın, sizin düşmanınız Mustafa Kemal'dir" diyecek kadar hain olan Teali İslam Cemiyetinin başkanı İskilipli Atıf'tır. Onu bugün mezarı başında ananlar derhal görevden alınmalı; haklarındaki yasal süreç başlatılmalıdır” dedi.

Tire Adalet Sarayı önünde konu ile ilgili açıklamada bulunan Eğitim İş tire Temsilcisi Özgür Anafartalar ayrıca şunları kaydetti, “Bilindiği üzere; Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi üzerine itilaf devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve bu anlaşmanın sonucunda Osmanlı Devleti dağılmaya başlamıştır.

Bu süreçte, 15 Şubat 1919 tarihinde Cem‘iyyet-i Müderrisîn adı ile bir meslek örgütlenmesi olarak Fatih dersiamlarından Abdülfettah, Geyveli İbrâhim Hakkı, İskilipli Mehmed  tıf ve Ermenekli Mustafa Saffet Efendi tarafından kurulmuş ve daha sonra Teâli-î İslâm Cemiyeti adı ile anılan kurulmuş olup; söz konusu cemiyet hilafetin ve saltanatın sürdürülebilirliğinin itilaf devletlerinin himayelerine girerek mümkün olduğunu, bu suretle itilaf devletlerine yönelecek tepki ve mücadelenin yanlış olduğunu, bu suretle Kuvay-ı Millîye'nin her ne pahasına olursa olsun engellenmesi ve saltanat ve halifeliğin kalmasının ancak bu milli güçlerin kaybetmesi ile mümkün olabileceğini savunmuşlardır. İskilipli Atıf, bu cemiyetin başkanıdır.

Teâli-Î İslâm Cemiyeti, Damat Ferit'in "Hürriyet ve İtilaf Fırkası"nı desteklediği gibi aynı zamanda İngiliz Muhipleri (Dostları) Cemiyeti ile de birlikte hareket etmiştir.

İngiliz Muhipleri Cemiyeti de Damat Ferit ve Sait Molla gibi üyeleri bünyesinde bulundurmuş ve İngiliz Mandasını savunan ve Türk millî varlığına düşman bir cemiyettir. 20 Mayıs 1919'da kurulmuş ve ingilizlerden para yardımı aldığı da tarihi belgelerle ortaya konulmuştur. Bu cemiyet de Anadolu'da karışıklıklar çıkarmayı ve Kurtuluş Savaşı'nı engellemeyi temel amaç olarak görmüştür.

Dönemin ileri gelenleri ile siyasi kişilikler, mevcut durumlarını muhafaza etmek ve işgalden kişisel menfaat sağlamak amacıyla bu cemiyetler çatısı altında örgütlenmişler ve ulusal kurtuluş mücadelesini engellemek ve ingilizlere bağımlı bir Osmanlı Devleti hayali ile hareket etmişlerdir.

Marmara ve Ege'de, Konya-Bozkır'da, Delibaş Mehmet İsyanında da etkin rol oynayan bu cemiyetler, kurtuluşu memleketin kurtuluşunda ve bağımsızlığında değil; kendi kişisel kurtuluşlarını müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhid etmekte bulmuşlardır.

İskilipli Atıf, II. Abdülhamit döneminde de memleket zararına eylemlerde bulunmak suçundan dönemin şeyhülislamı tarafından Bodrum'a sürgün edilmiştir. Bodrum'da bir süre ikamet eden İskilipli Atıf, başkasının pasaportu ile gizlice Kırım'a kaçmış, meşrutiyetin ilanı ile birlikte İstanbul'a dönmüştür. Sonrasında da 31 Mart İsyanında tutuklanmış, sonrasında da Mahmut Şevket Paşa suikastinden sorumlu tutularak Sinop'a sürgün edilmiştir. Buradan Çorum'a, sonrasında Boğazlayan'a  ve sonrasında da Sungurlu'ya sürgün edilmiştir.

1919'da ise milli mücadele döneminin başlaması ile Teâli-Î İslâm Cemiyeti'nin başına geçen Atıf tarafından 26 Eylül 1919'da Milli Mücadele karşıtı bir bildiri yayımlanmış ve bildiride, Kuvayı Milliyecilere “adi eşkıya”, “deli”, “cani”, “kudurmuş haydutlar” ve “aldanmışlar” şeklinde hakaretler yağdırılmıştır. Yine Teâli-Î İslâm Cemiyeti, 26 Ağustos 1920'de milli mücadele karşıtı çok ağır bir bildiri daha yayımlamıştır:

“Anadolu'nun masum ve mazlum ahalisine…”

“Birinci Dünya Savaşı'na katıldılar; yediler, içtiler, çaldılar, keyif ettiler, kalan herkes öldü, sefalet, acılar çekti. İmparatorluk parçalandı. Şimdi de Anadolu'da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları çıktı…”

“Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek Mütarekeden sonra memleket, bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakarlığı göze aldırmayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak yolunu idrak edemedi ve hâlâ edemiyor.”

“Millet aldanıyor, aldatılıyor. (…) Kendisini hâlâ aldatmaya çalışan heriflere

diyemiyor ki, ‘Ey hainler! Ey Allah'tan korkmayan ve Peygamber'den haya etmeyen mahluklar; savaştınız, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan etiniz. (…)”

“İngiltere ve Fransa gibi muazzam ve muntazam devletlere meydan okuyorlar. Bu yüzden İngilizleri kızdırıp üzerimize Yunanları musallat ettiler. (…) Bir taraftan Yunanlarla savaşıp diğer taraftan kaçıyorlar. (…) Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.”

“Hem, sizler, ey yalancı ve deni şakiler! Kendi memleketinize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı eşkıyalık ve kötülükleri yapıp, milleti, memleket eşrafını, ulemasını asıp keserek, mallarını yağmalarken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvayı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hukukunu koruyacaksınız, öyle mi?”

“Bu bagileri, bu asileri, bu eşkıyaları mümkün olduğu kadar az zaman içinde yakalayıp ortadan kaldırmak hepimiz için bir farzdır.”

“Ey kahraman askerler! Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin boş yere ölmesine neden olan birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi. (…)

Bugün yine o eşkıyalar, bagilerdir ki, elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına bulandığı halde kalbinize sokularak sizi mahvetmek, evlatlarınızı yetim, eşlerinizi dul bırakmak ve servet ve saadetinizi tamamen çalmak için şeytanın dahi aklına gelmeyen hile ve desiselere başvuruyorlar. Siz, bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvayı şerif ki Allah'ın emridir, okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz, Allah'ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları, daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları, bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur. (…) Askerler, bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık yeter…”

İşte bu ihanet bildirisi 30 Ağustos 1920'de Yunan uçakları ile Anadolu'nun dört bir yanına atılmıştır.

Yine Ağustos 1920'de İskilipli Atıf ve Teali İslam Cemiyeti, bir “ihanet bildirisi” daha hazırlayarak kurtuluş ve hürriyet için mücadele eden milleti “Kuvayı Milliye eşkıyasını ortadan kaldırmak için yemin etmeye” davet etmiştir.

25 Kasım 1925 sonrasında şapka devriminin kabulünün ardından ise, şapka devrimi öncesinde "Şapka takmak küfürdür" diye kitap yazan, "Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdırlar. Bu bağı bozmak düpedüz dinsizliktir, küfürdür!" diyen İskilipli Atıf İstiklâl Mahkemesi'nde yargılanmış ve şapka karşıtı kitap yazmaktan değil, halkı Cumhuriyete karşı isyana ve irticaya teşvikten ve başkanı olduğu cemiyetin Milli Mücadele'deki ihanet bildirilerinden yargılanmıştır.

Sonuçta, Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarında yer alan 3 Şubat 1926  tarihli  kararla halkı isyana ve irticaya teşvikten ve Milli Mücadele'de başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirilerini Yunan uçaklarıyla Anadolu köylerine attırmaktan Ceza Kanunu'nun 55. Maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçundan idama mahkum edilmiştir.

İşgalcilerle işbirliği yapan ve vatana ihanet suçundan cezalandırılan İskilipli Atıf adlı şahsın mezarının Çorum Valisi, İskilip Kaymakamı, bir milletvekili ve bir üniversite rektörü tarafından ziyaret edilmesi, "şehit" olarak anılması demokratik, laik bir Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde tasavvur dahi edilemez bir olaydır.

Bununla da yetinilmemiş; Çorum Valiliği, anmayı "İskilipli Mehmet Atıf Hoca şehadetinin 95. yıldönümünde mezarı başında dualarla anıldı" notuyla sosyal medyada paylaşmakta da herhangi bir beis görmemiştir.

Yine Çorum Milletvekili Erol Kavuncu, “İskilipli Atıf Hoca, talimatla kurulan, idam mangaları, sabıkalı İstiklal Mahkemeleri’nin verdiği karar neticesinde haksız ve hukuksuz bir şekilde idam ediliyor. Vatanı, milleti, inancı uğruna canını feda eden Atıf Hoca’yı zulmen idam eden zihniyetin bir özür borcu vardır” söyleminde bulunmuştur.

Kendi Anayasasını tanımayan, hukuku tanımayan zihniyetin tarih bilincinin de bu derece kötü durumda olduğunu görmek büyük üzüntü verici bir durumdur.

Öyle ki; halkı isyana ve irticaya teşvikten ve Milli Mücadele'de başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirilerini Yunan uçaklarıyla Anadolu köylerine attırmaktan ceza alan İskilipli Atıf, demokrasi şehidi ya da düşünce özgürlüğü suçlusu gibi lanse edilmeye çalışılırken; asgari tarih bilincinden yoksun bu önemli mevkilere gelebilmiş kişilerin söylemlerinin "şapka devrimine karşı çıktı diye asıldı" şeklinde vücut bulması son derece manidardır.

Son derece basit bir bilgi taraması ile İskilipli Atıf'ın şapka devriminden yaklaşık 2 sene önce yazdığı kitap nedeniyle asıldığı gibi bir algı propagandası yapan zihniyet, kendi tarihine dahi şaşı olduğunu ortaya koymaktadır.

Oysa İskilipli Atıf, 2. Abdülhamit döneminde de memleket zararına eylemlerde bulunmak suçundan dönemin şeyhülislamı tarafından Bodrum'a sürgün edilmiş; buradan başkasının pasaportu ile gizlice Kırım'a kaçmış, meşrutiyetin ilanı ile birlikte İstanbul'a dönmüş; 31 Mart İsyanında tutuklanmış, sonrasında da Mahmut Şevket Paşa suikastinden sorumlu tutularak Sinop'a, Çorum'a, sonrasında Boğazlayan'a ve sonrasında da Sungurlu'ya sürgün edilmiş bir kişiliktir.

Dahası, "Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdırlar. Bu bağı bozmak düpedüz dinsizliktir, küfürdür!" diyen İskilipli Atıf'ın şapka devrimine karşı çıktı diye asıldığını ileri sürmek de apaçık bir cehalettir.

Öyle ki müslümanların dinlerine feslerinin püskülü ile bağlı olmalarını, aksi takdirde dinsiz ve küfre gireceklerini iddia eden kerameti kendinden menkul alim; fesi islâmiyet inancının bir parçası olarak görmek gibi son derece absürt bir yaklaşıma da imza atabilmiş bir zihniyetin ürünüdür.

Fes, Osmanlı Devleti'ne 2. Mahmut tarafından getirilmiştir. Fesin, Osmanlı Devleti ile de islâmiyetle alakası da yoktur. 2. Mahmut, bir modernleşme adımı olarak 1829'dan itibaren din adamları ve kadınlar dışındaki herkesin fes giymesini zorunlu kılmıştır ki işte bu yüzden kör taassubun pençesine düşmüş yığınlar bu reformist Osmanlı Padişahına bile "gavûr padişah" lakabını takmışlardır.

Anlaşılacağı üzere, geçmişte fesin gelmesine karşı çıkan kör taassup mensupları, festen şapkaya geçişe de aynı şiddetle karşı çıkmışlardır. Bunu da milletin manevi duygularını, inançlarını sömürmek ve tahrik etmek sureti ile kullanarak yüzlerce iç karışıklığa sebep olmuşlar, bu uğurda kendi menfaatlerini temin etmek, kendi şahsi istikballerini oluşturabilmek için şahsi emellerini müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhit etmekten de çekinmemişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Başlangıç" bölümünde Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda; dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip  olduğu; topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve  kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur." denilmektedir.

Şüphelilerin eylemi, Milli Mücadele ve Cumhuriyete alenen bir meydan okuma olarak meydana gelmiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309. Maddesinde cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenlerin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile

cezalandırılacakları, bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunacağı, bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunacağı düzenlenmiş; mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanununun "Devlet kuvvetleri aleyhinde cürümler" başlığını taşıyan 146 . Maddesinde Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenlerin ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olacağı, 65’inci maddede gösterilen şekil ve suretlerle gerek yalnızca gerek bir kaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda ve nasın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik veya neşriyat icra ederek bu cürümleri işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunacağı, birinci fıkrada yazılı suça ikinci fıkrada gösterilenden gayri surette iştirak eden fer’i şerikler hakkında beş seneden onbeş seneye kadar ağır hapis ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyet cezası hükmolunacağı düzenlenmiştir.

1982 Anayasasının 2. maddesi ile Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliği “hukuk devleti” olarak tayin edilmiştir. “Hukuk devleti; insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasaya uyan devlettir.”

Şüpheliler, eylemleri ile ve sonrasında da basın yayın kuruluşları aracılığı ile beyan ettikleri çerçevede ikraren kabul etmekte bir sakınca görmedikleri eylemlerini savunmaya devam etmişler ve Anayasayı İhlâl, Görevi kötüye kullanma, Suçu ve suçluyu övme ve Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret suçunu işlemişlerdir.

Devlet memurlarının ve kamu görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları yasalarla açıkça düzenlenmiş olup; Devlet memurları ve kamu görevlilerinin; 657 sayılı Kanunun 6. Maddesinde düzenlendiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorunda oldukları izahtan varestedir.

Bu itibarla; adı geçen şüpheli/şüpheliler hakkında gereğinin yapılmasını teminen işbu suç duyurusunun yapılması zarureti hâsıl olmuştur.

SONUÇ ve İSTEM    : Arz ve izah olunan nedenler ve resen de nazara alınarak nedenlerle, adı geçen ve sorumlulukları tespit edilecek diğer şüpheli/şüpheliler hakkında gereğini saygı ile arz ve talep ederiz.

Editör: Haber Merkezi