Bizim çocukluğumuz, öğrenciliğimiz bugünkü gibi miydi. Tüm olanaklardan yoksun, her zorlukla karşı karşıyaydık.

Köydeyiz, okullar açılır, biz pamuk tarlalarında çalışırız. Okullar ayını bulur; ama büyükler “Okul” diyene, “Okul yerinden kaçmıyor ya, hava da ‘Yağacam!’ deyip durur, işine bak.” diye paylarlardı. 
İşimize bakardık. Bizim işi kırıp okula ayak basmamız ayını bulurdu. Bereket versin, öğretmenler anlayışlıydı. Sorun çıkmazdı. Sonra tatilde çalıştırmakta yetinirdi büyüklerimiz.
Ders çalışmaya gelince çalışacak, okuyacak kaynak bulunmaz, bir şeyler bulunsa da, uyuyakalıp gaz lambasından yangın çıkaracağız, diye ödümüz kopardı.
Öyle test mest de yok, atarım tutarsa sınıfı geçerim, diye bir şans da yok. Klasik sınav, çalışmadan nokta koymak mümkün değil.  
                                             …
Bizden sonra koşullar değişti. Ortada iş miş kalmadı. Öğrencinin tek işi, dershane farkıyla okul oldu. Sınavlar da test usulüne döndü.  
             …
Dünyaya erken gelmişiz dedim ya, ülkede gelişmeler hiç durmadı:
-  Önce zorlu klasik sınav ve okul dışı yoğun çalışma dönemi.
- Sonra test sınavı ve okul dışında da ders çalışabilme dönemi.
-  Şimdi en güzel dönem. Hiç çalışmaya gerek yok artık. Ne iş ne ders!
Üçüncü dönemi biraz açarsak, bu dönemde, birinci dönemdeki zorluklar olmadığı gibi, ikinci dönemdeki test sınavına çalışma külfeti bile yok.
Nedir bu dönemin en önemli özelliği? Her işimizde olduğu gibi sırt üstü yatıp kazanma dönemidir. Şifreli dönem!
Ders çalışmaya, öğrenmeye bile gerek yok.
Test kitapçığını elinize alıyorsunuz. Soru bir: Yanıtları küçükten büyüğe sıralıyorsunuz; çakışan şık doğru yanıttır. Hiç biri çakışmadı mı? Canınızı mı sıktı? “Eee! Öğrenmek için emek mi verdim sana, deyip “e” şıkkını işaretliyorsunuz.
Bu lakırdı “GDO’lu tohumuna para mı saydım?” gibi bir lakırdıdır.
Bu durumda hiç ders çalışmadan baştan aşağı doğrularla bezenmiş yanıt çizelgenizi ÖSYM’ye servis edebilirsiniz.
Allah kabul etsin.
                                               …
Dedim ya, erken gelmişiz şu dünyaya…