Çocukları uzaklarda memur olan bir komşumuz var; Safiye Teyze. Alt katta oturur; selamsız geçsek darılır.  Evimizin büyüğü gibi. Sabah merdiven ışığından çıktığımı anlamış, kapıdaydı. Yüzü sapsarı; rahatsız, belli. “Doktor çağırayım” dedim. “Yok, benim işim doktorluk değil” dedi.  
Muskasının süresi dolalı bir hafta olmuş, yenilenmesi gerekiyormuş. “Hocaya kadar bir gidiver” demek istiyor. 
Beyazyurt dolmuşuna binip,  Eski Sinema durağında indikten sonra ilk sokağa sapılacak; yüz elli iki yüz metre ilerde, sağda koca kapılı ev. Üstünde irice bir tokmak. Hocanın adı İlhami. Elimle koymuş gibi bulurum. İlkyazın uzun günleri; iş dönüşü o işi de bitirivereyim.
                                                             …
Dolmuşa bindim, arka taraftaki boş yere iliştim. Solumda iyi giyimli yaşlıca bir amca, sağımda gençten biri. Baş sallayıp selamlaştık. Bu arada dolmuş yolcuları çok meraklı, teker teker dönüp beni süzdüler.
Bilmediğim bir semtte, yanlış yerde inmeyeyim diye şoföre seslendim:
-Şoför bey Eski Sinema durağı varmış, beni orada indiriver bir zahmet.
Sözüme soruyla karşılık verdi:
-Yabancısın, hoca işi mi?
-Öyle.
-O durak İlhami Hoca’nın durağı.  Adı üstünde ham adam.  Hiç bir işi bitirdiğini duymadım. Sen otur, dönüş yolunda Güldane Hocanım var.  Çözemediği sorun yok. Sana en çok bir bilete patlar. Akıllı ol. Aman haa!
Solumda oturan iyi giyimli, efendi görünüşlü amca şoförün sözlerinden çok  rahatsız oldu: 
-Şoför efendi, işine baksana sen. İnsanlara hacı hoca bulmak sana mı kaldı.
 Amca çıkışınca sesini kesti.
                                               …
Öyle ya,  insanlar nereye giderse gider. Ona mı kalmış, üfürükçü bulmak.  Neyse, amcanın kararlı sözleriyle şoförün çenesinden kurtuldum.  Her yerde iyi insanlar bulunur derler ya, yanımdaki amca da cankurtaran gibi imdadıma yetişti. Belli ki, bilimsel düşünceyi kanıksamış, bilgili, aydın biri. Yetişmese belki, şoför gaza basıp Güldane Hanımefendi midir nedir?  Kapısının önünde silkeleyiverecek. İlhami Hoca’da tedavisi yarım, üstüne yeni hoca da hastayı göreceğim, der mi? Bir de dön Safiye Teyze’yi al getir. Sen, dedim kendi kendime Safiye Teyze’nin gönderdiği hocadan şaşma. Öyle ya, eski müşteri, indirimi vardır, bilmemnesi vardır.
Bir iki durak gittik gitmedik, yanımdaki genç “İnecek var” diye seslendi. Dolmuş durdu; o da ne?  Kolumdan tutmuş, beni de aşağıya çekiyor.  Ben şaşkın şaşkın kurtulmaya uğraşıyorum.  O da kararlı. Reklâmla karışık amacını da açıkladı:
-Seni Ali Hoca’ya göstereceğim. 
-İstemem bırak!
Ne çare. Kararlı:
-Kansere, ülsere, ayidise, bel soğukluğuna, domuz gribine birebir. 
Mübarek üfürükçü değil, tıp profesörü. Ben art arda “Bıraaaak!” çığlıkları atıyorum ama yararı yok. Yanımdaki amca bir kolumdan, genç üfürükçü simsarı öteki kolumdan neredeyse ikiye bölüneceğim. Şoför otomatik kapıyı açıp kapadı, genci defetti de kurtuldum.
                                                             …
Ardından öndekilerden biri daha inmeye yeltendi. Baktım boynumda bir çeken var. Kravattan yakalamış. Hem çekiyor, hem öğüt veriyor:
-Akıllı ol kardeşim!  Yedirme paranı cahile cühelaya. Kani Hoca, her derde deva. Piyango şanssızlığına, evde kalmışlığa, işsizliğe şipşak çözüm. Son sistem. 
Ne kadar bağırıp çağırsam bırakmıyor. Kurbanlık koyun gibi aşağıya aşağıya çekiyor.  İmdadıma yine yanımdaki amca yetişti. Adama bir tekme; serpildi gitti. Benim kravat, alışmadık kıçta don durmaz hesabı, zaten eğreti duruyordu, o da adamla birlikte gitti. Taa ortaokuldan kalma tek kravatımı da böyle hayırlı bir iş yolunda yitirmiş oldum. 
Kravat gitti ama yanımdaki amcanın cankurtaran gibi yardımları sayesinde yoluma devam ediyorum.
Derken biri daha ayağa kalktı. Ben tetikteyim. İki ellerimi sağa sola açtım tutamasın diye.  Kravat da az önce gitmişti. Ama bunların her birinin sistemi ayrı.  Bu da yağmur yağar diye eline eski tip bastonlu şemsiye almış, çengeli boynumdan geçirip asılmaya başladı. Bir yandan çekiyor, bir yandan söyleniyor:
-Paranı çarçur etme muhterem kardeşim. Veli hocaya gel. Muska yarı fiyata,  üfürük bedava.
Bedava da, benim kafa bedavaya dolmuştan inecek, bensiz bensiz. 
Neyse bu zorluğu da yanımdaki amcanın tekmeleri ile savuşturduk. Toplumda ne iyi insanlar var! Ya yanımdaki amca olmasaydı, yumrukları, tekmeleri ile saldırganları savuşturmasaydı?  
Ona açık açık  “Cankurtaran Amca” diyesim geliyor.
Şemsiyeli saldırgan dolmuştan atıldıktan sonra,  şemsiyesi boynumda asılı kalmıştı. “Şemsiye senin evlat.  Savaş ganimeti sayılır” demesi bile olgun kişiliğinin bir başka göstergesiydi.
                                      …
Bundan sonra,  iniş durağına kadar Cankurtaran Amca ve ben tetikte bekledik. Her an bir saldırı olabilirdi. Durağa gelince hem şoför uyardı, hem amca da aynı durakta inecekmiş. Safiye Teyze’nin tanımladığı gibi ilerlemeye başladık.
Cankurtaran Amca’nın buraları iyi bilmesi işimi iyice kolaylaştırdı. Nitekim biraz daha yürüdükten sonra durdu, soldaki kapıyı gösterdi.  Daha da büyük rastlantı, Cankurtaran Amca da yandaki evde oturuyormuş, anahtarıyla açıp girdi.
Artık bundan sonrası çocuk oyuncağı. Üstündeki tokmakla kapıya birkaç kez vurdum. Kapı bir “Trak” sesi çıkararak kendiliğinden açıldı. Buyur eden filan yok. Girdim. İçerisi ana baba günü. Hoca efendinin müşterisi bol olmalı. Kıyıda köşede boş bir yer bulup oturayım diye bakınırken, ortaya bir kadın çıktı:
-Yenile, kısa boylu, tipsiz bir herif geldi mi?
Herkes başını bana çevirince, o övgünün bana yapıldığı anlaşılıyordu. Adamın gizli kamerası mı var ne?
Hemen çağırılmama çevreden tepkiler de eksik olmadı: “Burada da mı torpil?”,  “Şanslı namussuz”,  “Salak gibi görünüyor ama işi bağlamış” lakırdılarına aldırmadan uzunca bir koridordan geçip İlhami Hoca’nın çalışma odasına ulaştım.
İçerisi loş. Hocafendi, başında fese benzer bir başlık, sırtında çiçekli bir cüppe, mumlar yanan küçük bir sehpanın arkasında oturuyor.  Başı eğik. Adeta yere bakıyor. Beni görünce:
-Hoş geldin, dedi. Derdin nedir?
-Benim bir derdim yok.  Safiye Teyze’nin muskasını yeniletmek için geldim.            
İlhami Hoca müşterisini hemen anımsadı: 
-Doğru, altı ayda bir yenilenmesi gerekir. Bir hafta gecikti. Hasta olmasa bari. 
-Oldu bile. 
Hoca kendinden emin:
-Cinlerin ipi altı ayda gevşer.  Mutlaka yeniden sıkıca bağlanmaları gerekir. Yoksa insanı çarpar, hasta ederler.
Anlaşıldı da, hoca efendi konuştukça sesi biliş biliş gelmeye başladı. Sanki çok iyi tanıdığım bir ahbabın sesi. Eğildim yüzüne baktım.  Başını hafifçe kaldırıp gülümsedi.
-Cankurtaran Amcaaa!