Biraz Ramazan’ın etkisi biraz da adli tatil öncesi yoğunluktan dizime birkaç hafta ara vermek zorunda kaldım. Ancak bu bahaneyle dizimin ilk iki bölümünü takip eden, spor kulübümüze isim bulma konusunda kafasını yoran ve benimle bunları paylaşan çok sayıda okurum bana ulaştı. Değerli okurlarımdan çok sayıda isim zikredildi. Hatta nasıl oldu bilmem birkaç tanesinin ismi aynıydı. Bazı isimler çok ilginçti, bazıları da komik. Ama bir tanesi var ki hikayeme çok yakıştırdım ve ben de o ismi kullanmaya karar verdim, “Seleniye”.

Seleniye belki atalarımın geldiği ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu yer olan Selanik’i andırdığı için, belki Balkan yarımadasında bir yer ismine yakıştığı için belki de “iye” ile biten birçok yer isminin hikayeye uygun gideceği düşüncesiyle bana hoş geldi. Neyse dedim ya bu hikayeyi birlikte yazacağız. O zaman sizden gelen bu ismi kullanmakta hiçbir mahzur görmüyorum.  

Seleniye’nin başına kimler geldi, kimler geçti. Zamanında ordu mensubu olan da vardı, öğretmen olan da. Ama hepsi sırası geldiğinde ve o göreve layık görüldüğünde teknik patronluk elbisesini giydi.

Bunların arasında koltuğa yakışan da oldu, yadırgayan da ama ne kadar isterlerse istesinler kimse koltuğa yapışamadı. Dedim yazılı olmayan bir kural vardı sanki Seleniye’de. Bir kez görev alan teknik patron ikinci dönemi göremiyordu.

Gelen teknik patronlar arasında takımın alt yapısını güçlendiren de oldu, birçok kadroyu azaltan da; yaptığı tesislerle takımı zenginleştirmeye çalışan da oldu gelirini düşünüp ekonomi yapacağım diye kemer sıkan da. Seleniye’nin başına da kim gelmeye niyetlendiyse bolca vaat verirken sık sık diğerlerini yerden yere vurmayı da ihmal etmedi. Göreve geldikten sonra da en güzel teknik patronun kendisi olduğunu iddia etti, meşhur atasözümüzde “kimse ayranım ekşi demez” derler ya işte bizim Seleniye patronları arasında da ayranının ekşi olduğunu itiraf eden kimsecikler olmadı.

Takımın kurulduğundan bugüne kısa süreliğine patronluğa soyunan ordu mensubu hariç tüm teknik patronların neredeyse tamamı ya Rus ekolünün etkisi altındaydı ya da gelenekçiymiş.

Kulübün halen en tepesindeki ismi ise Ademoviç. Her ne kadar kendisinin ne kadar temsil ettiği hayat felsefesine uygun olduğu tam olarak bilinmese de gelenekçi ekolün temsilcilerinden olan Ademoviç yaptığı icraatlardan çok ekonomik tedbirleriyle tanınıyor. Gerçi bazı icraatları hiç de ekonomik olmayıp bazılarını şaşırtsa da genel ifadesi “para yok” oluyor. Ademoviç kulübün yıldızını parlatıp Avrupalı kimliğini öne çıkartacak çok başarılı çalışmalara imza atmasa da ikili ilişkileri iyi bilmesi, çalıştığı ekiple çoğu zaman iyi geçinmesi ve kuvvetli sosyal yönüyle hatırı sayılır bir fanatiğe sahip.

Ademoviç’ten önce teknik patron olan Tekirov ise öyle bir tesisleşmeye gitti ki takdire şayan. Ancak Tekirov’un birkaç kusurundan biri olan bütçe açığı başta Ademoviç olmak üzere birçok muhaliflin aleyhinde çalışmasına sebep oldu. Öyle ki Ademoviç teknik patron olduktan sonra bile en çok ağzından çıkan cümleler yine Tekirov hakkında oldu.

Rus ekolünden gelen Tekirov bu eleştirilere rağmen Seleniye’nin son derece üretken, faal bir kulüp olmasını sağladı. Bir başka kusuru olan sosyal yönünün zayıf olduğu iddiaları ile sık sık karşılaşsa da Seleniye dışında kendine ait bir Dünya kurdu Tekirov. Güzel ve takdir edilen birçok çalışmaya imza atan Tekirov için “bu hizmete ikinci kez seçilemezse kimse seçilemez” sözleri dilden dile dolaştı. Ama ne acıdır ki kaybettiğinde kimse “neden hizmete sahip çıkan olmadı?” bile demezken sosyal yönünün zayıf olması en önemli mağlubiyet sebebi olarak görüldü.

Aslında yazı dizime başlarken de dediğim gibi hayatta böyle. Birileri inerken birileri çıkmaya devam ediyor.

Bakalım bu iki teknik patron neler neler yapmış? O da haftaya…