Yüzü bugüne kadar hiç bu denli mutsuz, bu denli asık görülmemişti Mestan Amca’nın. O sürekli tebessüm yok olmuş, yüz asılmış, dudaklar bükülmüş, buğday ten morarmış, hatta kararmaya yüz tutmuştu. Kötü haberi en önce o almıştı; hiç kimsede bulunmayan gür sesli pilipis radyosundan... Radyosunun sesi köy kahvesindeki televizyondan bile gür, üstelik anlatımı tane taneydi. O gün haberler çiftçinin başına gelecek felaketten bahsediyordu.
Mestan Amca bu halde kahveye geldi. Tek dileği radyodan dinlediği haberin yanlış olması ya da kendisinin yanlış anlamış olmasıydı. Haberin aslı başka bir şey olsun, güzel bir şey olsun, istiyordu. Bağlara bir tür kurtdadandığı, bundan sonra çiftçinin yaşamının zor geçeceği, hatta bu da hafif kalır, yaşamının zehir olacağı haberi yalan olsun, yanlış olsun, istiyordu. Tabi bu durumda devletin, bağgurt zararlısı ile mücadele için yüklü para toplayacağı haberi de asılsız olmuş olacaktı.
Bu düşüncelerle erkenden kahveye geldi; Antepli Musa ustadan alınan Telefunken televizyonun karşısına kuruldu, beklemeye başladı. Bu arada Musa ustanın çırağı Cüneyt aynı köydendi. Her şeyden değerli köyün tek televizyonunu o açar o kapardı. Televizyonda, yükselticide bir arıza olacak diye ödü kopardı köylünün. Tozunu bile almazlardı; arızalanır diye. Yalnızca Cüneyt’in dokunmasına izin vardı. Cüneyt’le televizyonu o denli bütünleştirmişlerdi ki, bir an yayın kesilmesin, hep bir ağızdan bağırırlardı: “Cüneeeyt kurcala şunu!” Hatta milli maçlarda yenen gölleri bile ondan bilirler “Ne oluyoz Cüneyt!” diye hesap sorarlardı. Bereket versin Mestan Amca akıllı adam; ayağa kalkar “Sus ülen! Onna domuz etinnen besleniyo, bizimknlen yidiği ilahna haşıllıması, turpotu gaynatması; ogudar olacak” diye çıkışır, Cüneyt’i kurtarırdı.
 
                                                                …
 
O gün Cüneyt‘i yine televizyonun yanına oturttular.
Ajans başladı:
- Sayın seyirciler, Bağ - Kur’a üyelik resen teşekkül edecek. Primini ödemeyenlerden icra marifetiyle tahsilat yapılacaktır.
Mestan Amca’nın da evden morarmış, hatta kararmış gelen yüzü o an daha da kararmış, umutsuzluğu, mutsuzluğu daha da artmıştı. “Yok” dedi, “Kurda zararlıya bir çare bulamamışlar. Çare yok.” Sonra Cüneyt’e döndü:
- Kapat oğlum şu cenabeti. Datlı haber yok, yanışımızın haberini veriyor hala.
Televizyon kapatılıp Mestan Amca da susunca bir an sessizlik oldu; ama hemen ardından da bir gürültü koptu. Televizyonun kapatılması herkesi kızdırmıştı, her kafadan bir ses çıkıyordu: “Ne kapattın Cüneyt!”, “Neye sıkdın garının nünüğünü!”, “Neye söndürdün makineyi!”, “Gadeşim ne deye burdun kutuyu!”, “ Filim başleycadı üle!”
Ardından Mestan Amca’nın gür sesi duyuldu:
- Kesin bakem gürültüyü! Başımızı geleni duymadınız mı? Gursağımıza gircek lokma sayıya girdi. Felaket kapıda. Siz neler yapıyosunuz?
Kahvedekiler “Ne oldu Mestan Emmi ne felaketi?” diye sormaya başladılar. Mestan Amca “Ahh ah biz yanmışız” der gibi başını sağa sola salladı:
- Çocukla dinleyin: Bağlara bi gurt dadanmış ki, demen gitsin. Çaresiz bağla eriyip, çürüyüp çok olcak. Çiftçi bitti. Hastalık Bayındır’dan Durbalı’ya, Tiri’den Ödemiş ‘e, ordan ta Keles’e gadar yayılmış. Memlikat yangın yeri!
Haber bu denli önemli olunca kahvedekilerde bir kıpırdanma oldu; herkes yönünü Mestan Amca’ya döndü. Uzakta oturanlar sandalyelerini sürüye sürüye haberi daha iyi duyabilecekleri bir yere kadar getirdiler. Kimi arkalığına yaslandı, kimileri de sandalyeye ters oturup, arkalığına ellerini üst üste koydu, üstüne de yanaklarını yapıştırıp pusuya yatar gibi dinlemeye koyuldu. Ayaktakilerden toz toprak demeyip yere bağdaş kuranlar oldu.
Mestan mAca çevresini saran meraklıları uzun uzun süzdü. Önemsesinler diye biraz da abartarak anlatmaya başladı:
- Siz nerde yaşıyosunuz. Okumam yazmam yoktur; emme radyodan televizyondan her bilgiyi alır, öğrenirim. Siz gaste bile okur, okuduğunuzu anlımazsınız.
Biri çok merak etmiş olacak, ayağa kalktı:
- De gari emmi, ne oluyo ne bitiyo? Bir de san anlat o zaman; biz anlamazsak gine anlamayalım.
Mestan Amca baktı söz dinleyecekler, başladı:
- Hah, durun bakeyim şöyle annacımda. Çocukla, arkıdeşla, derdimiz böyük. Ürüne, bağa bahçeye yeni bi tür gurt dadanmış. Bağların kökünü, dalını yaprağını, üzümleri yiyip bitireceği söylenmekte. Uzak memleketlede insanı, yiyecek ekmeğe muhtaç etmiş. Zeytine, buğdaya da dadanırmış. Bu yıl da bizi perişan etcek.
 “Eee dayı?“ dedi, yine içlerinden biri, “Nasıl öderiz kredileri, borçları. Ne yer ne içeriz?”
Oysa Mestan Amca daha derliydi. Kötü haberin katmerlisi de arkadan geliyordu:
- Borcu, krediyi ödeyelim ödeyebilirsek de, dert bununla da bitmeyo. Asıl dert Bağgurt borcu. Devlet bu gurdun verdiği zararlar için para toplucak. Adı da pirim mi dirim mi, öylü bişey, herkese zorunluluk var.
Dinleyenler arasında bir gürültü, bir homurtu koptu yine. Sandalyeye düz oturanlar uyuşan kıçlarını bir sağa bir sola yatırıp rahatlattılar. Ayaktakiler ağırlık verdikleri ayaklarını, diz çökenler dizlerini, sandalyeye ters oturanlar yanaklarını değiştirip rahatlayınca uğultu biçiminde bir “Yaaaa!” sesi duyuldu.
Mestan Amca devam etti. “Borç rezen yazılcak, ödümeyenlere haciz memuru gitcek!”
Kalabalıktan bu kez “Abooovvv!” diye bir ses duyuldu. “Abov ya” dedi, Mestan Amca. “İşte anladığınız gibi. Hani mecburdu, zorunluydu vız geldi tırıs gitti de, bu “Rezen” lafı beni korkuttu. Üşüdüm, ne yalan söyliyem.”
Herkeste bir panik, bir tedirginlik oluştu. Bu kez de cesurca görünen biri söz aldı:
- Mıstan efe, dedi; bu bağgurt nasıl cenabet bi gurtsa çaresi vadır elbet. Sonuna gadar savaşırız. Biz hazırız.
Ama Mestan Amca umutsuzdu:
- Ah yeğenim, heç bi ilaç heç bi zehir kâr etmezmiş. Yer bitirir, dımdızlak bırakımış, ovuları, gırları, dağları.
 
                                                            ...
 
O ana kadar hiç söze karışmayan, yalnızca ne olup bittiğini anlamaya çalışan Kahraman söze karıştı:
- Amca, dedi, o Bağgurt dediğin, sandığın gibi kurt değil. O bir sosyal güvenlik kuruluşudur. Ödeyeceğiniz primler ilerde yaşamınızın güvencesi olacak.
Kahraman’ın sözleri hiç mi hiç tatmin etmedi Mestan Amca’yı:
- Sen, dedi. Sosyal mi demiştin. O lafı bi daha et bakem.
“Sosyal güvenlik” dedi Kahraman.
Aradığı pası almış, zayıf noktayı yakalamıştı kendince Mestan Amca. Zaten çokbilmiş gözüyle baktığı, zıddına giden Kahraman’a karşı saldırıya geçebilirdi. Artık onu mat etmek, anasının ak sütü gibi helal sayılırdı.
- Ha işte, dedi. Sosyal, yani sosyalizm. O ne biliyor musunuz çocuklar derken çevresindekilere baktı: “Biliriz”, “Bilmeyiz”, “Ne ki?” yanıtları gibi yanıtlar duyuldu.
Mestan amca başını bilmiş bilmiş salladı:
- Susun, dinleyin; işte bu koninizimdir. En baştan anladım. Biliyom, bu gurdu yokardan gönderiyolar, guzeyden. Düşünün bi yol. Adı bile sosyalizm. Önce gurtla bağları gurutacak, aç bırakacak, ondan sonra gelsin sosyal mosyal kominizm. Belli değil miydi çocuklar; arpanın buğdayın kuzeyden kuzeyden kurumasından belli değil miydi? Elhamdülillah foyaları ortaya çıktı.
Kahraman yine savunmaya çalışıyordu sosyal güvenlik kuruluşunu:
- Bak amca, bu kurt filan değil, bir kurumdur. “Bağımsız çalışanlar sosyal güvenlik kurumu.”
Mestan Amca bunu da duyunca iyice güçlendi:
- Tabii, aynı benim dediğim. “Bağımsız” ne demek? Bağını Bağgutlarına yidirmişle, bağı galmamış, demek. Yetişin gardeşler, gayri benim bağım yok. Ben aç kaldım. Bağımı, bostanımı koministler yidi bitirdi demek. Üstüne bi de pirim borcu ödeyecez. Malın mülkün tapusunu da öyle alacaklar. Doğru mu Kahraman Efendi?
Artık hiç bir yanıt gelmiyordu.
Sonunda herkes Mestan Amca’ya hak verdi. Doğru söze ne denirdi. Sandalyeye düz oturanlar, ayakta duranlar, yere diz çökenler, bağdaş kuranlar, sandalyeye ters oturanlar hep birlikte aşağılayıcı gözlerle baktılar Kahramanın yüzüne. Usulca “Brejnev’in iti ipini gırmış, oooşşt..” diye fısıldayan bile oldu.
 
                                                                  ...
 
O yıl bağlarda hiç kuruma olmadı. Zeytinlerde, armutlarda da olmadı. Pamukta ürün bol, fiyat yüksekti.
Ancak hiç kimse bağgurt denen şeyin zararlı bir kurt değil, yararlı bir sosyal güvenlik kuruluşu olduğuna inandırılamadı.