Yemekte



Her ikimizin de pek tanınmadığı bu mekanda bize gösterilen masada oturduktan sonra yanımıza gelen şef garsona siparişlerimizi verdik. Müdürüm kendisine bir 20’lik yaş üzüm rakısı söylerken ben şalgam suyu sipariş ettim. Sıcakları daha sonra söylemeye karar verip soğuk mezeleri seçmeye başladık. Müdürüm rakının vazgeçilmezi beyaz peynir, yoğurtlu patlıcan ezme ve deniz börülcesi söylerken ben de pancar turşusu ve şakşuka söyledim bir de ortak tercihimiz çoban salata sipariş ettik. İçeceklerimiz ve soğuk siparişlerimiz yanında kızarmış köy ekmeği olduğu halde kısa sürede masamıza servis edildi.
Mekan göze hoş gelecek şekilde zevkle döşenmişse de gerek konumu gerekse çevresinin ağaç ve yeşilliklerle dolu olmasıyla sebebiyle konuklara güzel bir manzara sunamıyordu. Aklıma doğrudan Ahrandı Restaurant’ı geldi. “Aah nerde Ahrandı? Ahrandı’nın ne güzel manzarası var, elden geçince de çok da güzel hale geldi” derken; müdürüm “bırak şimdi bunları avukatım, daha sırası var sonra konuşuruz bunları” diyerek konuyu futbola çeviriverdi. Futbol öylesine esnek ve herkesin bildiği bir konu ki ülkede hemen herkesi ya futbolcu ya da teknik direktör ayarında sanırsınız. Bizim de amatörce de olsa az buçuk topa vurmuşluğumuz olduğundan yorumda bulunmasak ayıp etmiş olurduk. Türkiye’de oynanan futboldan başlayıp Avrupa ayarında olup olamayacağımıza, futbol takımlarından teknik direktörlere; transferlerden kulüp yönetiminde yapılan usulsüzlük ve yolsuzluklara kadar pek çok konuda konuşurken birden farkında olmadan soğukların tükendiğini ve müdürümün rakısının dibini gördüğünü fark ederek şaşırdık. Zaman ne çabuk geçivermişti.
Sıcakları söyleme zamanı gelmişti. Garsonu çağırıp sıcak yemekleri sorduk. Önerisine uyarak ortaya büyükçe bir sac kavurma söyledik. Sac kavurmayı beklerken birer tane de içli köfte söyledik. Müdürüm “avukatım muhabbet güzel gidiyor, ayıp olmazsa ben bir 20’lik daha söylesem olur mu?” diye sorunca “aşk olsun müdürüm, hemen söylüyorum, afiyet olsun” diyerek müdürüme bir 20’lik daha, kendime de yine şalgam suyu söyledim. Aslında içli köfteyi çok aramam, olursa bir tane yerim ama müdürüm özellikle “içli köfte” istediği için birer tane getirttik. Bu kadar istekle söyleyince hemen atılıp yiyeceğini düşündüm ama yanılmışım. İçli köfte tabağı neredeyse yemeğin sonlarında boşaldı. Şimdi aklıma geliyor da acaba çok sevdiğinden değil de kendisi de bazı bildiklerini içine attığı için çok içliydi de ondan mı ısrarla sipariş etmişti? Neyse içine attıklarını paylaşınca rahatlamıştır sanırım.
Bir süre sonra keskin kokusuyla sac kavurma da masaya geldi. Bu keskin koku bana fuar alanı olarak düzenlenen yerde yıllar önce yaptığımız pikniği ve piknikte yediğimiz sac kavurmasını hatırlattı. Bir bahar günü ne eğlenmiştik diye düşünürken müdürüm çok acıkmış olacak ki düşüncelerimin tam ortasına ekmeğini banarak sac kavurmasından büyükçe bir lokma aldı. Müdürüm bir lokma kavurmadan bir yudum rakıdan alırken bir taraftan da “bak avukatım bu memlekette neler oluyor bir bilsen” diye cümleye başlamıştı ki birden içeriye giren gruptan biri masaya yaklaştı ve “vay cankuşum nasılsın görüşmeyeli?” dedi. Kafamı kaldırıp bakınca uzun zamandır görmediğim ama çok sevdiğim aziz bir dostumla yüz yüze geldim. Aziz dostumu müdürümle tanıştırıp masaya buyur ettim. Sonra mı? O da bir sonraki yazımda, esen kalın…
{ "vars": { "account": "G-Z2YJHG8WBW" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }