MUHTEŞEM YÜZYIL –II–

Dizideki Harem, Tarihteki Harem mi?
‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi, bilhassa Kanuni'ye hakaret içerdiği öne sürülen bazı bölümlerle son günlerde şimşekleri üzerine çekti. Hatta hakkında yasal işlem yapılacağı, gerekirse dizinin yayından kaldırılacağı bile söylenmeye başladı. Özellikle Kanuni’nin dizideki harem hayatı; zevke, sefaya ve kadına düşkünlüğü bir kesimi belli ki rahatsız etti.
Neden? Zira Osmanlı hanedanı savaşta ülkeleri kılıçla fetheden, savaş dışında da haremde vakit geçiren, kadınların kalbini şiirle fetheden bir hanedandı. Hemen her padişah ya şair ya da bestekârdı. İzleyicilerden, Kanuni hep şiir mi yazdı diye tepki bile aldı. Muhibbi mahlasıyla şiir yazan padişahın bu özelliğini bilmeyen bile vardı belki izleyiciler arasında.
İşin aslına bakılırsa bu dizinin izleyicilerini aynı kategoride ele almak doğru olmaz. Dolayısıyla, izleyici profilini mercek altına almak lazım öncelikle.
Muhteşem Yüzyıl serisini kim izler? Gelin, basit bir gruplama yapmaya çalışalım: 1) Tarihimizi bilen ve tarihimize meraklı olanlar, 2) Tarihimizi bilmeyen ama tarihi filmleri veya dizileri izlemeyi sevenler, 3) Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem aşkını duyup, filmini görmek isteyenler, 4) O günleri ve harem hayatını merak edenler, 5) İzleyen ama kayıtsız kalanlar, 6) Diğer kanallarda daha ilgincini bulamayıp bu diziyi izleyenler ve fikri olmayanlar vs.
Bizim burada ele alacağımız kesim ilk grup. Yalnız bu grup da homojen olmayıp kendi arasında ikiye ayrılıyor; bu grubu da şu şekilde ele alabiliriz: 1a) Neo-Osmanlıcılar, 1b) Cumhuriyetçiler. Her grubu kendi içinde koyu veya ılıman ya da muhafazakâr veya demokrat diye de alt gruplara ayırabiliriz ama o kadarına gerek yok.
Gerek Kanuni’ye ve gerekse tarihe büyük saygısızlık yapıldığını öne sürenler doğal olarak Kanuni gibi bir padişahı güçlü görmek istiyor ve aşk-meşk düşkünü, bütün gün zümrütle, yakutla uğraşan biri olarak gösterilmesini istemiyor. Kanuni’nin, dizide kadın ve zevk-sefa düşkünü gösterilmesinden, kadınlarına şiir yazmasından memnun değiller. Ayrıca kadınların da, yakası açık orada-burada dolaşmasına kadar tüm sahnelerden 1a grubu yine rahatsız. Yalnız gerçekten de dizide Kanuni nerdeyse tüm zamanını haremde geçiriyor ve sanki haremağalığı yapıyor. Bu kadarı fazla.
1b grubunda ise, ‘ya doğru böyleymiş’ diyenler var yahut ‘az bile, dahası da var ama göstermiyorlar’ diyenler de var. Çünkü her insanın ve her kesimin duyarlı olduğu şeyler, hassaslar var. Bu çok olağan. Zira tarihçi ne kadar nesnel olursa olsun, eninde sonunda tarafgir olmaya mahkûm. Bu yüzden tarihçiler de eleştirilmekten kendini alamıyor.
Tarihi kaleme alanlar sonuçta olaylara bir pencereden baktığından öznellikten uzaklaşamaz. Hele resmi tarih yazıcılığı, bu yönleriyle, çoğu ülkede olduğu gibi ülkemizde de sık sık eleştirilere maruz kalır. Bir de bunu senaryolaştıran, onu filmleştiren ve karakteri canlandırana kadar bir dizi insan işin içine giriyor. Sonra da biz bunu yıllarca okuduğumuz, hatta bizi okutan hocaların ya da kitabın yorumuyla zihinlerimiz yerleştirdiğimiz haliyle karşılaştırıyoruz.
Doğal olarak hemen hepimizin kafasında yer etmiş bu tarihi kişilikle camda gördüğümüz uyuşmayabiliyor. Bu yönüyle tarihi film, hele kişileri topluma çok mal olmuş ve önder konumuna gelmiş kişileri çekmek, rolü ve karakteri oturtmak ve de sonunda izleyiciye beğendirmek kolay değil.
Hele yukarıda da bahsettiğimiz gibi toplumun sağ-sol şeklinde birbirinden farklı yelpaze ve açıdan olayları değerlendiren kesimleri varsa. Bunun ortası yok mu? Yok maalesef. Tarihe ve bir filme nesnel yaklaşmak için çoğunlukla dışarıdan yani yabancı tarihçilerin bizim hakkımızda yazdıklarına başvururuz. Burada da çoğunlukla Türk düşmanlığıyla karşılaşırız ve karşımızdakilerin görüşünüze uygun bir bakış, taraflı eleştiri ortaya çıkar. Sonuçta yine pek gerçekçi bir yaklaşım olmaz.
Harem, Hürrem’le Topkapı Sarayı’na geldi, 1540’lar. Yine ilk bölümlerde, doğru hatırlıyorsam Kanuni tahta çıkalı çok olmuş ama Mahidevran hala Manisa’dan yeni çıkıyor. Yavuz Selim’in ölüm haberi rika yazı ile geliyor. Bir kere rika ile gelmez zira o zamanda daha henüz rika yazı kullanılmıyor. Bunları neye göre ve hangi bilgi eksikliğiyle kurgulayıp çekiyorlar, anlamıyorum. O kadar basit hatalar yapılıyor ki, bizler bunları konuşmaktan, asıl öze inemiyor, konuları nesnel tartışıp yorumlama kısmına bir türlü gelemiyoruz.
Zaten öznelikten kurtulamadığımız ve bir kesimi temsil etmeye devam ettiğimiz sürece dizinin sağdan bakışı ve soldan bakışı şekliyle ele alınışı, Osmanlı’nın Cumhuriyet’le kıyaslanışı ve iki kesimin karşılıklı tartışmaları süreceğe benziyor. Biz bir kere Kurtuluş Savaşı gibi bir büyük milli mücadelede bile toplumun tüm kesimleriyle hemfikir değilken, kaldı ki bir filmde olalım! Bu mümkün mü?
Aslında hangi padişahı çekersen çek bu pek değişmez. Tarihimizde sahiden bir şarapçı, uçkur düşkünü veya deli bir padişahımız bile olsa, sahiden bu insanlar herkesçe öyle bile bilinse o karakteri beyazperdeye veya ekrana yansıttınız mı eleştiri bombardımanına uğrayacağınız kesindir. Osmanlı’nın en hedonist, eğlence ve zevk-ü sefa devri sayılan ‘Lale Devri’ bile çekilirken, devlet kanalında izlediğiniz gibi, nasıl yapılıyor ve ortaya nasıl bir film çıkıyor, ne kadar izleniyor, görüyorsunuz.
Tarihi kareleri çekmenin, tarihe mal olmuş karakterleri canlandırmanın zorluğu da var elbet ve sorumluluğu oldukça fazla. Neden mi? İnsanların kafasında genel bir imaj, ayrı fikirler, tiplemeler ve karakterler var. Dolayısıyla, Kanuni ile ilgili bu diziyi çekmedeki zorluk, insanların kafasında “Kanuni’ye ait” oturmuş bir kalıp olması.
Hâlbuki Kanuni yüz ve beden olarak ancak gravür ve çizimlerden öğrendiğimiz kadar ama filmleştirdiğinde bunu ete kemiğe büründürüp canlandıracak sonra gelip izleyiciye sunacaksın. İki boyutlu hareketsiz bir karakteri, üç boyutlu hareketli bir karaktere taşıyacaksın. Konuşturacak, gülümsetip, kızdıracaksın. Burada aktöre de büyük bir pay düşüyor tabi ki. Biz Kanuni’yi onu canlandıran oyuncu üzerinden tekrardan öğreniyor, bir anlamda yeniden tanıyoruz.
Kıyafet ve kostümlerle izleyicinin gözünün iyi boyandığı harem içi çekimlerden çok insanımız savaş sahneleri, sefere çıkılan, sancaklı-bayraklı çekimler istiyor. Bu çok normal çünkü okullarda hep savaş ve sefer okuduk. Haliyle de bekliyoruz ama biraz hile ile biraz bilgisayar ile çekilen savaş sahneleri çok ucuz. Harem ekimleri de aslında öyle biraz. Kızlara odaklanan bizler çok ayrıntıyı kaçırıyoruz. Haremin dekoru örneğin. Duvarların görünümü, misal haremden Has Oda’ya uzanan koridorun duvarlarının orta yerinde tuğla örülü kısım var. Tuğlaların yamuk yumuk örüldüğü açıkça görülüyor.
Hareme gelirsek, Osmanlı’da sarayın harem kısmıyla ilgili bilgimiz gerçekte çok sınırlı. Daha çok 18.yy batılı ressam, yazar ve seyyahların anlattıklarından günümüze ilham olan ve sarayın arşivlerindeki bazı kırıntı bilgilerle zenginleştirilmiş şeyler bunlar. Evet, cariyeler; padişahın potansiyel hanımı olabilecek çoğunluğu hizmet işince görevlendirilen kızlar.
Bunlar istifraş nikâhına benzer bir usulle padişahla birlikte olurlarmış. Yani helal ilişki diye de biraz basite alarak açıklayabileceğimiz örfi bir uygulamayla. İslam’da zina haram olduğundan, dinen de böyle bir şey olamayacağından, bunun önüne bu şekilde geçilmiş. Daha çok Arap âdeti ki bugün bile bazı ülkelere hala görülmekteymiş.
Haremle ilgili bilgi sınırlı olunca hayal etme devreye giriyor. Bu yüzden yazılan her kitapta biraz tahmin, biraz hayal var ve çekilen her filmde haremle ilgili mutlaka kurgu var. Yalnız dizimizde fazla. Kurguya dâhil olan karakterler arasında işin kötüsü haremin baş aktörü yani padişah ve eşi var. İşin daha da kötüsü, bu padişahın Osmanlı’nın içte ve dışta en bilinen padişahlardan biri olması.
Bu yönüyle filmin senaryosunda yapılan en önemli hata işte burada; başta padişah ve onun çok sevdiği eşinin bol bol bu kurgulamada yer alması. Bırakın padişahı kim olsa karısıyla nasıl yattığının, kalktığının gözler önüne serilmesini, mahremine girilmesini istemezdi. Adı üstünde harem yani mahrem. Yoksa ortalık yerde olurdu. Bir Kanuni’nin yatak odasını kendinden ve eşinden başka kim bu kadar nasıl bilebildi? Bilse bile biz Osmanlı tarihinde çok köşe başı dönemi ele alan bir dizide bol kadın, aşk ve yatak izlemek zorunda mıyız?
Şunu açıkça belirtelim: ‘harem’ adı üstünde; yasak, saklı, gizli aile hayatı. Herkesçe pek de tam bilinemeyen, hakkında çok detaylı bilgimiz bulunmayan ama herkesin kafasında biraz okuduğu, biraz duyduğu ve biraz da kendince öyle inandığı haliyle var. Asıl sorun herkesçe gizemli bulunan, fazlaca merak edilen ve biraz da hayal gücümüzü çalıştırarak kendimize yeniden yarattığımız haremi kurgularken ortaya çıkıyor çünkü milyonlarca hayal var ama önümüzde sadece bir örnek, senaristçe ve yönetmence kurgulanmış sahnelerle dolu bir film var.
Aslına sorarsanız haremin görülmeyen ve bilinmeyen tarafları imgesel olarak herkesin kafasında farklı farklı. Bu yüzden hem kesimlerce hem de bireylerce tek ortak noktada buluşabileceğimiz bir haremin ortaya konmasını beklemek biraz safdillik olur. O zaman ne yapılmaması lazım gelir? Bu tür filmler yapılırken özele hele hareme pek girilmemesi gerekli. Yapıt bu yönüyle hatalı. Tabi olarak, senarist(ler) ve yönetmen(ler) de. Bunu söylerken kurgu karşıtı olmadığımızı ama kurgularken de aşırıya kaçılmaması gerektiğini vurgulamalıyım. Tarihi bir kişi ve dönemse mevzu bahis olan hele, hiç mi hiç.
Sürecek…
 
{ "vars": { "account": "G-Z2YJHG8WBW" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }