31 Aralık 1929
Günlerden Salı, hepinize iyi dersler arkadaşlar!
O zamanlar yılbaşı tatili yok.
Malum kırk yıllık Rus işgalinden kurtulalı henüz dokuz yıl olmuş. Tevhid-i Tedrisat kabulünden beş, harf devriminden ise bir yıl sonraydı. Karlarla kaplı bir Anadolu kasabasında, sabahın ilk ışıklarıyla yamalı gocukları, ayaklarında çarıklar, savaşın kayıplarını üzerlerinden atamamış ama gözleri ışıl ışıl parlayan talebeler çoktan doldurmuştu sınıfı. Yılın son günü olması hasebiyle biraz daha renkliydi mektep. Koridorlarında Kazım Karabekir Paşa’nın yetim bıraktığı Gürbüz Çocuklar Ordusu’nun izlerini taşıyan, yüksek tavanlı, Ruslardan kalma görkemli bir binaydı okul. Muallim elinde odunla girdi son derse. “Ulan bu ne soğuk” diye geçirdi içinden, odunu petiçkaya (Rus Sobası) sallarken.
Muhtemelen muallim Ödemişliydi ama soranlara İzmirliyim diyordu. Belki Ruslar şehri terk ettikten sonra da Kars’ta kalmaya devam eden Malakan bir peynircisi vardı. Hatta bu peynircinin kızı Muallimin İzmirli olduğunu öğrenince “Aa bende gittim bir hafta kaldım Konak’ta. Sizin Ödemiş, Konak’a ne kadar uzak” diye sordu da, “At arabasıyla 5 gün” diyemedi bizim muallim. Kim bilir... Muallim hakkında çok az bilgiye sahibiz sevgili okur.
Zor yıldı 1929. Tam savaşlar duruldu derken, New York Borsası’nın çökmesiyle küresel çapta bir kriz meydana geldi. 'Kara Salı' olarak da bilinen Büyük Buhran, tam da o sene gerçekleşti. Ancak dışarıdaki krize, savaşlara ve yoksulluğa inat son dersin de sabırsızlığından mütevellit daha yoğun bir curcuna hakimdi sınıfa. Muallim tüten sobanın dumanıyla öksürük nöbetine yakalanmış halde çocuklara “Bu kadar neşeyi nereden buluyorsunuz yahu” diye tatlı bir sitemde bulununca, “Bakkaliyeden” cevabı gecikmedi arka sıradaki, sınıfın en haylaz talebesinden. Henüz 6 yaşında genç bir devlettik. 2 sene önce çıkarılan teşvik-i sanayi kanunuyla her ne kadar özel sektör fabrika kurması için teşvik edilse de sermaye ve teknik bilgi yetersizliği sebebiyle büyük fabrikalar kurulamıyordu. Anlayacağınız sanayimiz o kadar gelişmediği için de “Bu çocuk okumaz! Alın bunu sanayiye verin” diyemiyordu muallim. Ama tüm sınıf haylazın bu esprisine bastı yine kahkahayı dışarıdaki soğuğa, dibe vuran tahıl fiyatlarına ve salgın hastalıklara inat!
Herkes öğretmenin kafkas tebeşiriyle kara tahtaya yazdıklarını hızla defterine geçirmeye çalışırken zil çaldı. Talebeler muallime teker teker veda ediyordu. “İyi yılbaşları örtmenim.” “Mutlu yıllar muallim bey” “nice senelere ortmenim.” Derken, o hengamenin arasında Musa'nın denizi ikiye ayırırken kullandığı Asa'nın çıkardığı toklukta bir ses yankılandı boşlukta. "SENEYE GÖRÜŞÜRÜZ ÖRTMENİM!" (ki bu bakkaliye esprisini yapan haylaz oluyor) Aynı anda sınıfın sessizliğe gömülüp gözlerini haylaza çevirmesi gecikmedi… Hatırı sayılır bir bekleyişin akabinde tüm Kars’ı inleten kahkahalar yükseldi mektepten; dışarıdaki Sovyetler Birliğine, Amerikan borsasına ve 1929’a inat! En çokta hoca güldü. Kahramanımız farkında olmadan ilk esprisini yapmıştı. (Bakkaliyeyi saymıyorum) Daha ilkokul 2. sınıfa gidiyordu. Bu her ne kadar onun için küçük de olsa, Dünya için büyük bir adımdı. Zor yıldı 1929!
Espriyi en son yine kendisi anladı; herkesin gülmesi geçince bu sefer o bastı kahkahayı ve sınıf tekrar gülmeye başladı.
Muallim eve dönerken sırf malakan peynircinin kızına bu espriyi yapabilmek için gravyer aldı. Kız çok güldü bu şakaya. Hemen babasına yetiştirdi espriyi, babası da gelen müşterilere derken zıvanadan çıktı espri. Kısa sürede tüm Kars’a ve sınır komşularına yayıldı. Oradan civardaki diğer illere sıçrayıp akabinde Fırat ve Dicle nehrini takip edip güneyde -eski adı Mezopotamya olan- şimdiki Suriye, Irak ve İran’ın bulunduğu bölgeye, doğuda Nahcivan’a, Ermenistan’a, balkanlarda Bulgaristan olmak üzere komşu ülkelerin de komşu ülkeleriyle birlikte tüm dünyaya yayıldı. Herkes o sene 1929’da ki kara bir salıdan 1930’daki umut dolu bir çarşambaya bu espriyle girdi. Yavru Vatan Kıbrıs hariç… Onlar yine Sibel Can'la, Mehmet Ali Erbil'le, Serdar Ortaç'la girdi...