Referanduma Doğru -1
Herkes bir şeyler söylüyor, herkes haklı veya haksız kendini ortaya koymak adına fikirler üretip yapılacak olan referandum sürecini bir şekilde tartışmaya açıyor. Bir fikir ortaya koymak, düşünmek, üretmek insanın doğası olduğu gibi aklı başında ve çözüm içeren fikirleri üretmek de vatandaş olmanın gereğidir diye düşünüyorum.
Vatandaş olarak ortak sorunlar için fikir ortaya atarken de parti rozetlerini çıkarmak, her zaman ifade etme gayretinde olduğum “olayları siyasi ranta çevirme” düşüncesinden uzaklaşmak, elini vicdanına dayayıp sağlıklı düşünmek gerekir. Ben de yazılarımı yazarken aynı düşünce ile hareket ediyor, iktidarın yapmak istediklerini değerlendirirken, attığı adımları zihnimde tartışırken Recep Tayyip Erdoğan isminin üstünü çiziyor, AK Parti etiketini kapatıyor olup bitene nefsimi karıştırmadan sadece akılla bakma gayretine giriyorum.
Böyle bir düşünce yapısı içerisine girdiğim anda aynı düşünce biçimini kendi küçük beyinlerinde algılayamayanların internet sitemize yaptıkları yorumları okurken gerçekten içim acıyor. Ben düşüncelerimin sonucunda ortaya attığım fikirlerim illa ki doğru demiyorum ki. Aksine ben de bir fikir ortaya atıyorum, yeni parametreler üretiyorum, bakış açısını genişletmeye çalışıyorum. Geçtiğimiz haftalarda (Allah rahmet eylesin) şehit cenazesinde olup bitenleri izleyip yazmıştım. Birçok okurum “tarafsız” olmamı salık vermiş, bir kısmı da “taraf” seçmemi öğütlemiş. Öyle ya, illa bir tarafta olmak zorundayız. Rozeti takar da köşe yazarsanız, rozeti takar da yorum yaparsanız böyle sonuçlar olur. O hakaretamiz yorumları yapan az gelişmiş ülkenin taze soğanlarına sadece şunu derim. Siz benim nerede olduğumu anlayacak kapasitede olamazsınız, ancak ben sizin kimin kucağında oturduğunuzu gayet iyi görebiliyorum, bağırmanızdan. .
Bir okurum da yayınlanabilecek edepteki bir yorumunda “oku” demiş bana. Aldım kabul ettim. Okuyordum, demek ki daha çok okumamız gerekiyormuş. Hulusi Yönter hocam da “tarafsız” olmamı ve tarafsız kalmamı söylemiş. Kıymetli hocam ve onun gibi düşünen okurlarım. Tartıştığımız konuların içinde siyaset olunca, birileri bu işe siyaset katınca ben bu konularda az önce anlatmaya çalıştığım yöntemle düşündüğüm için gerçekten tarafsızım. Birçok yorumda “tarafını” seç mesajı gelmesi de bunun en önemli göstergesidir. Yazdıklarım bir gün sizin fikirlerinizle örtüşür “size taraf görünürüm”, diğer bir gün iktidarın eylemleri ile örtüşür “ona taraf görünürüm”. Biz keserimizi haktan ve halktan yana vurma gayretindeyiz. Samimi duygularla anlatmaya çalıştığımız fikirlerimizde art niyet arayanlar kendilerinden rahatsız olsunlar, benim oturduğum yer belli diyorum ve asıl konuya geçmek istiyorum.
Bilinmesi ve hatırlanması gereken en önemli husus şudur. Bu ülke “DARBELER ÜLKESİ” olmuştur. Bu ülkede hükümetlerin verdiği para ile görev yapan ve asıl görevi milletin seçtiklerine tabi olarak, talimatlar doğrultusunda, kendi geliştirdiği, devlet politikalarına paralel stratejilerle ülkeyi dış tehditlere karşı korumak zorunda olan ordu bu ülkede periyodik olarak darbe yapmış, insanlar tutuklanmış, insanlar asılmış, insanlar kurşunlanmıştır. BU YAZDIKLARIMA İTİRAZI OLAN VAR MI?
internet adresinde bu ülkedeki ilk darbeyi yapan, “demokrasi” diyerekten bağırdığımız yaşam biçimini, hak ve özgürlükleri kısıtlayan, sonradan kahraman edilecek insanları dar ağacına götürdükleri süreci radyodan ilan eden dönemin Kurmay Albayı’nın bu DARBE BİLDİRİSİ’Nİ okurken çekilmiş fotoğrafını görebilirsiniz.
Bir ayet-i kerime de şu şekilde söylüyor “her şey aslına döner”. Yani, Türkçesi, şaptır şap ne kadar kaynatsan olmaz şeker, cinsini sevdiğim cinsine çeker şeklinde anlamlandırılabilir. Okumamı söyleyen okurum. Şimdi de yanlış okumuş demezsiniz inşallah. 12 Eylül 1980 DARBE’SİNİN ardından henüz 10 yaşında iken bir jandarma erinin görevi kutsal bilerek kafama dayadığı tüfeği ve “söyle len evinizdeki kitapların yerini” diyerekten bağırdığı süreci ben yaşadım. O da bir yerlerde yazmıyor, ben yazayım, siz de bunu okuyun.
Geçmişi eşelersek, insanların yok yere öldürüldüğü, sürüldüğü, cezalandırıldığı, memleketimin insanının özellikle köylümün jandarmadan ne denli ürktüğü, hatta haşa Allah’tan bile o denli korkmadığı yıllar yaşandı bu ülkenin yakın tarihinde. Ve herkes tarafından çok açık ve net biliniyor ki yine aynı darbeciler yakıp yıktıklarının ardından kendi anayasalarını yapmışlar, uygulamaya koymuşlardır. İhtilal süreçlerinin ardından yaşanan normalleşme döneminde her ne hikmetse darbecilerin işaret ettiği siyasi partilerin tam aksine halk kendine yakın gördüğü siyasi oluşumları iktidara taşımız, çoğu zaman da ezici çoğunlukla göreve getirmiştir. Bunun yakın tarihte iki açık örneği bulunmaktadır. Birincisi 12 Eylül darbesinin yaşayan sorumlusu Kenan Evren, Cevdet Sunalp’in horoz partisini millete işaret etmiş darbeden nefes alıp gerçekleri gören Türk Halkı rahmetli Turgut Özal’ı iktidara taşımıştır. Diğeri de e-darbe ile yıpratılmaya çalışılan Recep Tayyip Erdoğan iktidarıdır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde meclis oylamasına katılmaları bir kısım ordu (bir kısım medya olur da ordu olmaz mı) tarafından engellenen Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar sandıkta gömülmüş ve Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin oyları bir anda %32’lerden %48’lere fırlamıştır. Yine darbelerin ardından normalleşen süreçlerde söz konusu dönemin iktidarları anayasal değişikliklerden söz etmeye başlamışlar, ekonomi normalleşmiş, anayasal değişiklikler gündeme gelmiş ve hemen akabinde darbeler patlamıştır.
Bu süreçleri yok saymaya kimsenin gücü yetmez. Tarihe hangi pencereden bakarsanız bakın aynı gerçekleri hepimiz göreceğiz. Bu yaşanmış gerçeklerde yine her zaman söylediğim gibi ayrımcılık yaparak değil, birleşmeci ve uzlaşmacı olarak bakmalı siyaseti de ortak değerler üzerinden yapmalıyız. Nasıl ki dinin siyaseti hiç hoş durmuyor ve dini siyaseti kendine şiar edinenler belirli bir güruhun dışında kendine taraftar bulamıyorlarsa, sadece milli değerleri kendilerine parti politikası yapanlar da aynı şekilde toplumun siyasi temsilcisi olmaktan uzak kalıyorlar. Çünkü din hiç kimsenin tekelinde değildir. Bayrak da kimsenin tekelinde değildir. Bu ülkeyi sevmek demek, ülkemizin, Türkiye Cumhuriyetimizin ayaklarını daha yere basar hale getirmek demektir.
Daha yakın geçmişte “karıncalar cumhuriyetçidir” diyerekten öğünündeki bir dilim kuru ekmeğini ufalayarak onlarla paylaşacak kadar cumhuriyetçi ve demokrat bir İslam alimi bu ülkenin darbecileri tarafından buzlu zindanlarda hapsedildi ise yakın tarih ve darbe anayasaları gerçekten sorgulanmalı, günümüzde demokratikleşme sürecini mükemmeliyete eriştirmek için atılan her adım kayıtsız ve şartsız desteklenmelidir diye düşünüyorum.
Bu nedenle bugün yaptığım girişin ardından Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri yayınlanacak olan yazılarımda Referandum Paketi ve açılım sürecini ele almaya çalışacak, toplumun neredeyse %80’inin neyi neden oylayacağını bilmeden “AK Parti ve Diğerleri”, “Erken seçim”, “Ülke elden gidiyor”, “Gerçek niyetleri başka” sloganlarıyla gerçek gündeminden uzaklaştırılan anayasa düzenlemelerini anlatmaya çalışacağım.
Bu yazdıklarım ve yazacaklarım elbette ki benim fikirlerimdir. Mutlaka doğru olduğu iddiasında hiçbir zaman bulunmadım. Özellikle internet sitesine yorum yapan okurlarımdan şunu rica ediyorum. Gelin bu süreci küfürlerle, hakaretlerle, kısır yorumlarla “şak şak” ya da “tü kaka” zeminine indirgemeyin. Sizler de yorumlarınızda kendi fikirlerinizi kimseyi rencide etmeden yazın, hatta biz de sizin bu yorumlarınızı aklı başında fikirlerinizi gazetemizde yayınlayalım. Bir tartışma platformu oluşturalım. Hakaretlerimiz değil, fikirlerimiz çarpışsın.
Fikirlerini paylaşmak isteyen okurlarımızı da http://www.yerelguc.com internet adresine yorum yapmaya bekliyorum.
Her şey bu ülke ve bu ülke insanı için.
Sevgi ve hürmetlerimle.