Böyle iyi miydik bilmiyorum.
Hani yazmamak, konuşmamak, düşünmemek, istememekten bahsediyorum.
 
Doğruları ifade ettiğiniz sürece peşinize adam taktıklarını, Hanya’dakini Konyalıya, Konya’dakini Hanyalıya kırdırmaya kalktıklarını, tehditle baskıyla susturmaya çalıştıklarını, meydan boş kaldıkça develeri güreştirdiklerini gördükçe; insanın bazen “ben bu işte yokum arkadaş” diyesi geliyor. Ve “ne haliniz varsa görün” ifadesiyle çekiyor elini ayağını…
 
Ama sonra bir de bakıyorsunuz ki, tepişenler sadece çimlere zarar veriyor. İçiniz acıyor. Bir şeyler yapmak istiyorsunuz, bir şeyler… Ne kadar gücünüz, ne kadar sesiniz var ise artık… Belki tek bir kişiye ses olmak, belki de dönen bu serseri çarka ufak bir çomak sokmak ya da ağzınızdaki bir damlacık su ile İbrahim’in atıldığı ateşi söndürmek gerektiğini düşünüyorsunuz.   
 
İşte böyle düşünceler içinde yazılarıma yeniden başlamam gerektiğini düşündüm. Kurt puslu havayı pek sever malum. Sanki benimki de öyle gibi geldi bana… Ne zaman ülke ve Tire siyaseti fakirleştirilip, seviyesizleştirildiğinde ortalık toz duman oluyor ve bende bir konuşma ihtiyacı başlıyor ki sormayın…  
 
Tıpkı şair Abdülkadir Meriçboyunun dediği gibi;
 
“Havuzda su rahat, insanlar susmuş.
Sessiz bir yağmur gibi başladı bende konuşmak ihtiyacı.”
 
Türkiye gündemini mit personelinin ifadeye çağrılması, bu duruma hükümetin fena bozulması, alelacele soruşturmayı başlatan savcı Sadrettin Sarıkaya’dan dosyanın alınması ve hakkında inceleme başlatılması, ardından yıldırım hızı ile mit personelini soruşturmak için başbakanlık iznini şart koyan yasa tasarısının Meclis ve Cumhurbaşkanınca onaylanması, komedi haline gelen şike soruşturması ve futbol federasyonundaki curcuna, CHP’nin kongre sevdası, Suriye’deki ve orta doğudaki olaylara Türkiye’nin müdahalesi, yıllardır süren Ergenekon davası kapsamında eski Genelkurmay başkanı İlker Başbuğun terör ve bölücülük suçlaması ile tutuklanması gibi sıcak konular meşgul ederken;
 
Bizler de Tire’de yolların ve caddelerin çileye dönüşen çukurlarının doğalgaz şirketinden mi  yoksa belediyeden mi kaynaklandığını, doğalgaz geçen yollardaki çukurları anlasak bile doğalgazın hiçbir şekilde uğramadığı yollarda yürümenin neden işkence haline geldiğini, Tiresporun daha önce radyo demeçleri ile görevden alınan antrenörünün, gizli kapaklı tekrar göreve getirilmesini, uzun süredir devam eden siyasi kaosun son aşamada istifalar ile sonuçlanması, yeni devlet hastanesi yanındaki eczane işyerlerinin sosyal sorumluluk ve hukuksal açıdan durumunu, eski hal binasının ne yapılacağı, sayın belediye başkanımızın seçildiğinden bu yana olduğu gibi kendi istediği gibi haber yapmayan, yazı yazmayan basın mensuplarına “sert çıkması” ve cümle basın alemini çok ama çok korkutmasını konuşuyoruz…
 
Konuştuğumuz ve hayretle izlediğimiz daha başka o kadar çok konu vardır ki, eski ve yenilerini sıralamak ve okumak oldukça zaman alır.
 
Ama tüm bunlar bana biraz da, geçtiğimiz günlerde “develer Tirespor için güreşti” şeklinde “geleneksel” bir başlık ile geleneksellik kazanan ve kültür olduğu iddiası ile sahiplenilen “Deve Güreşi Olimpiyatlarını” anımsatıyor…
 
Deve güreşlerinin tarihsel ve kültürel yönünü bir sonraki yazılarımda sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
Bu yazıda sadece küçük bir durum tespiti yapmak istedim.
 
Ve sormadan edemiyorum. Ey ahali, bu develer ne menem yaratıklar da hep Tirespor için güreşiyorlar? Mesela, neden lösemili çocuklar için güreşmez bu develer, eğitime katkı için ya da ne bileyim Tireye bir kültür merkezi yapmak için…
 
 
Saygıyla…