Sizi bilmem ama basında beni çok memnun eden bir haber yayımlandı birkaç gün önce. Deve güreşleri hakkında vatandaşların yaptığı şikayetlerin artması üzerine, dilekçeleri işleme koyan TBMM dilekçe komisyonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan görüş isteyerek inceleme başlatmış. Deve güreşlerinin yasaklanması gündemdeymiş. TBMM komisyonu Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan görüş istediğine göre sanırım deve güreşlerinin kültürel yönünü merak etmiş. Hayvan hakları ile ilgili kısmını ise muhtemelen bir başka bakanlıktan öğrenir artık.
Haberde Tire Kültür Derneği’nin yönetim kurulu üyesi çok değerli tarihçimiz sayın Munis Armağan’ın da adı geçiyor. Neden mi? Çünkü, TBMM dilekçe komisyonunun görüş istediği TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resmi web sitesinde bile “Deve Güreşleri” başlıklı konuda Munis hocamızın tarihsel tespitleri kaynak gösteriliyor da o yüzden... Bakanlığın Munis hocamızı kaynak kişi olarak göstermesinden elbette ki, gurur duyuyoruz. Ancak hocamızın tarihsel tespitlerinden de anlıyoruz ki, Deve güreşlerinin kökeni tarih olarak gitse gitse en fazla II. Mahmut dönemine kadar gidiyor. Yani öyle şişirildiği gibi kültür falan değil! En azından, tarihi milattan öncesine dayanan Tiremiz için daha dün başlatılmış bile sayılabilir.   
Öteden beri, yüzlerce hatta binlerce yıllık kültür değerlerimiz kaybolup giderken, deve güreşlerinin bir kültürel gelenek olarak sunulmasına bir türlü anlam verememişimdir. Birçok kişi ve uzman ile deve güreşlerinin kültürel açıdan ne kadar önemli olduğunu konuşma fırsatı buldum. Hepsinin de söyledikleri üç aşağı beş yukarı aynı ezberlere dayanıyordu.
Neymiş efendim deve güreşleri bir Yörük kültürü imiş, çok eski bir Türk geleneği imiş, insanlar deve güreşleri sayesinde bir araya geliyor, hem eğleniyorlar hem de kültürel bir aktivite içinde yer alıyorlarmış. Deve güreşlerine gösterilen yoğun ilgi de bu görüşlerin ne kadar doğru olduğunun en büyük göstergesi imiş..!
Konuyu neresinden tutup, neresinden ele almam gerektiğini pek kestiremedim ama baştan söylemem gerekirse deve güreşleri hakkında okuduklarım ve duyduklarımın hiç birisi, hiçbir zaman beni tatmin etmedi.
Zira biliyordum ki, eğer Türk milletinin kültürel anlamda bir hayvan ile ünsiyetinden bahsetmek gerekiyorsa bu durumda ilk akla gelmesi gereken hayvan atlar olmalıydı. Ama görüyordum ki, bu gün atlar; tarihi cirit oyunumuz ve cins atların yarışı, yetiştirilmesi gibi bir takım kültürel değerlerimiz olarak algılanmaktan çok, üzerine bahisler oynanan metalar ve şans oyunları sektörünün malları haline getirilmiş.
Biliyordum ki, Türklerin develer ile tanışması ve onları taşımacılıkta kullanması, atları eğitip savaşta ve ticarette kullanmalarından çok sonraları olmuştu.  Biliyordum ki, Türkler için “avrat” ve “silah” kelimeleri ile “namus” kabul edilip, yan yana anılan tek varlık atlardır. Gerçekler bunlar olmasına rağmen maalesef görüyordum ki, koca koca adamlar bunu unutmuş ya da bile bile unutturmak ister gibi develerin Türkler için ne kadar önemli olduğundan başka bir şey söylemiyorlardı.  Deve güreşlerini organize etmek için harcanan bütçeler, gösterilen gayretlerin zerresi tarihi cirit oyunlarımız, at yarışlarımız gibi kökü ilk çağlara dayanan geleneklerimiz için gösterilmiyordu.
Biliyordum ki, insanların bir araya gelip hoşça vakit geçirmesi ve aynı zamanda da bir geleneği yaşatması sadece deve güreşleri ile asla açıklanamazdı. Ancak etrafıma baktığımda görüyordum ki, Çal Dede gibi bir Orta Asya geleneğinden habersiz yaşayan insanlar, Nevruz gibi en eski Türk geleneğini, Fars, Kürt veya Mecusi kültürü olarak kabullenmeye başlamışlardı. Eğlenmeyi de, kültüre sahip çıkmayı da başka milletlerden öğrenir hale gelmişlerdi.
Tüm bunları dikkate aldığımda, işin içinde bir iş olduğunu düşünüyorum. Zira bir Çal Dede Mahyası’na ya da bir Nevruz geleneğine göre daha dün sayılacak bir tarihte başlayan deve güreşlerinin “kültür” olarak dayatılması, ister istemez bana bu işin içinde kültür kaygısından çok,  başka şeylerin, başka çıkarların ya da çok başka zevklerin olduğunu düşündürüyor.
Acaba bu deve güreşleri, bazı zenginlerin “zevk kardeşim karışamazsın” türünden harcama alışkanlıkları yüzünden, bazılarının bu organizasyonları gelir kapısı olarak görmesinden, bazılarının da rakı mangal keyfine bahane aramasından, bazılarının da yapacak bir şey bulamadığı için, “aaa burada kalabalık varmış” diyerek koşa koşa gitmesinden kaynaklanan bir sosyal gereklilik haline gelip, sırf dayanak , gerekçe ve reklam olsun diye “bu bir kültür hizmetidir..!” etiketi ile yapılıyor olamaz mı?
Bence bal gibi böyle… Yoksa oldukça önemli kültürel değerlerimiz için kılını kıpırdatmayanların, Türk milletinin ve Tire’nin varlık sebebi ve kimliğini tarif eden kültür unsurlarımız hakkında duyarsızlığın daniskasını gösterenlerin, bizleri biz yapan değerlerimizin yaşatılması adına birkaç iyi adamın hazırladığı projelere zırnık vermeyenlerin  bir masa etrafında  toplandıklarında iki kadeh içtikten sonra deve güreşleri için para saçmasını, yoğun emek sarfetmesini ve tüm bunları “allame-i cihan bir kültür hizmeti” olarak algılamasını nasıl açıklayabiliriz ki?  
Hal böyle olunca deve güreşlerine destek vermemek neredeyse ayıp bile sayılıyor. Hatta belediye başkanımız sayın Çiçek, geçmişte bu destek vermeyi öylesine ileriye götürmüştü ki, Tire’mizde “Deve güreşi olimpiyatları..! bile düzenlenmişti. Yanlış duymadınız, evet “olimpiyat !” “kültür sevdalısı gibi” görünerek bir işin cılkını çıkarmak bu olsa gerek. Olimpiyat kelimesi insanların katıldığı yarışlar için kullanılır zira… 
Anlayacağınız birileri güya siyaset yaparken, birileri parası ile hava atarken, diğerleri de yoğun emek sarf ederken olan zavallı develere oluyor. Öte yandan öz be Türk orjinli bir gelenek olan Nevruzumuz Farslara, Kürtlere, Mecusilere peşkeş çekiliyor, Tire’deki tarihi mekanlarımız yok olup gidiyor kimin umurunda?