Bu köşede yazacak bir şeyler bulamadığım zaman çevremden yardım istiyorum genelde. Böylece hem okuyucularımın gündemini takip etmiş oluyorum hem de ilginç konular yakalıyorum. Yine öyle yaptım. Açtım telefonu ne yazayım, ne yazmamı istersiniz diye sordum tanıdıklarıma. 
 
Bir gazeteci arkadaşım, Eurovision şarkı yarışmasını ve çubuk makarnaların diğer makarnalardan ne gibi bir farkı olduğunu, insanların ne diye kolay yiyebileceği makarna çeşitleri varken çubuk makarna yeme zahmetine girdiğini yazmamı istedi.
Bu yılki Eurovision’da birinci olan kardeş ülke Azerbaycan’ın zaferi elbette ki hepimizi gururlandırdı. Hatta Türkiye birinci olmuş gibi sevindiğimizi de söyleyebilirim. ''Running Scared'' isimli İngilizce şarkı ile  211 puan alarak birinci olan Eldan ve Nigar'’ın ellerinde Türk bayrağı ile sahneye çıkması yüreğimizi kabarttı. Kabarttı kabartmasına da yıllardır severek dinlediğim Azeri türkülerinin bende bıraktığı tat ile çubuk makarnanın tadı arasında bir bağlantı kuramadığım için her iki konudaki yazı siparişi de maalesef yarıda kaldı.
 
Matbaacı bir arkadaşım ise, “Abi süper ligi yaz, futboldan bahset, kim şampiyon olacak herkes merak ediyor” deyince bir an için mantıklı geldi. Dedim bir değişiklik olsun. Bu kez de bir futbol yazısı yazayım. Bildiğim kadarıyla son haftaya girerken Trabzon ile Fenerbahçe aynı puana sahipler. Beşiktaş ve Galatasaray için ise bu yılın bir hezimet olduğunu çok duydum. Ama arkadaşım kimin şampiyon olacağını merak ediyorlar deyince birden duraksadım. Trabzon yenilir Fenerbahçe yenerse Fener şampiyon olur, Fener yenilir Trabzon yenerse de Trabzon şampiyon olur diyeceğim ama “yahu dalga mı geçiyorsun, onu çocuklar bile biliyor” diyeceksiniz diye bu konuda da ahkam kesmekten vazgeçiverdim.
Bir şair ve köşe yazarı dostum da “harcıalem “ şeyler yazma sakın, sana yakışmaz dedi. İyi de hocam, bazen önem verdiğimiz konular bile, bize harcıalem şeyler gibi gelmiyor mu? Yaşananlar ve insanların olup bitenler karşısındaki yüzeysel tutumları, sizin derinliğinizi “ne diyor bu adam, kafayı yemiş galiba” yorumları ile muhatap etmiyor mu? Yani bazen her şey harcıalem oluyor be hocam. O nedenle şu an çok önem verdiğim konular bile bazılarına mutlaka harcıalem gelecektir. Geçiniz…
 
Bir belgesel yönetmeni üstadım ise sorduğum soruyu hemencecik cevapladı ve mesleki bir duruş sergiledi! Ona göre bu yazımda değinmem gereken konu “kaset yarışmaları” olmalı imiş. Haklı aslında. Millet filme çok meraklı. Filmdekiler iyi ise yönetmen hatırlanıyor ama izledikleri çirkin şeyler ise kimse filmi çekeni ve yayınlayanı sorgulamıyor. Bu durumda da ortaya, iğrenç emellerini, egolarını başkalarının zaaflarını çekerek yayınlamak isteyen bir sürü şerefsiz çıkıyor. Bir Allahın kulu da oyuncular adi, kalitesiz tamam ama bunları ne diye çekip yayınlıyorsun be adam, yoksa senin başka amaçların mı var demiyor.
 
Üstadıma dedim ki, “Hocam bu kaset olaylarından sonra Türk sineması şantaj filmleri isminde bir tür icat etmiş olabilir mi” o da bana “Türk sinemasını bilemem ama Türk siyaseti bu tür şeyleri çeken ve yayınlayanlara prim vermeye devam ederse hep birlikte yandığımızın resmidir.  Bu nedenle halkımız kasetler ile asıl nelerden, hangi siyasal oluşumlardan soğutulmak isteniyorsa aslında ısrarla ona destek vermek lazım” dedi. Haa demek ki neymiş, ileride siyasi partilerin seçim beyannameleri yerine kötü çekilmiş kasetler ile halkın karşısına çıkmasını istemiyorsak bir daha düşünmemiz gerekiyormuş.   
 
Bu arada uzun süredir görüşmediğim ve çok takdir ettiğim bir arkadaşım aklıma geldi ona da sormak istedim ne yazayım diye. O da o içten gülümsemesi ile “Ayıp ediyorsun bunca yıllık arkadaşın geçen hafta bir organizasyon ajansı kurdu. Sen ne yazayım diyorsun. Beni yaz beni” deyince. Buradan tüm kalbimle hayırlı uğurlu olsun dileklerimi iletmek istedim.
 
Yakışıklı bir muhabir de “Abi CHP genel başkan yardımcılarını ve sigaranın zararlarını yaz bu hafta” dedi. Bende “kardeşim sigaranın zararlarını anladım da CHP genel başkanları derken ne demek istedin. Ne yapmışlar gene” diyerek sorumu genişlettim. O da “Abi bir şey yaptıkları yok. Bir şey yapmadıklarını yaz demek istedim” dedi. Böylelikle onun da gönlünü almış oldum. Yazarken de düşünmedim desem yalan olur. Düşündüm düşündüm düşündüm… Bu CHP’nin genel başkan yardımcıları hakikaten de bir şey yapmıyor sonucuna vardım!..
Yakışıklı muhabir “Abi bir de AK Parti 50 km içine 4 tane baraj yapıyor. Yazları sıcaktan nemden kavrulacağız” dedi ama ben işin bu kısmını teknik bir mesaj olarak algıladığım için muzipçe gülümseme işini siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Tevekkeli İzmir’den bir arkadaşım da, daha ben ne yazayım diye sorar sormaz “Facebook’ta bir video paylaştım. Bakalım AK Partililer buna ne diyecek” diyerek o videodan bahsetmemi istedi ama ben şahsen kasetlerden, videolardan kusacağım geldiği için izlemekle yetindim.
 
Yakışıklı muhabirden sonra,  gazetemizin sahibine danışayım dedim. O da sağolsun “Engelliler Haftası” ile ilgili bir şeyler yazmamı istedi. Evet, doğru aslında ama engelliler diye bildiğimiz vatandaşlarımızı ben engelli olarak görmüyorum bile. Allah zihinlere engel koymasın derim her zaman. Zihinlerdeki engellerden bahsedecek olursam da bu yazının bitmeme olasılığı var. Hem ayrıca fikirlerde engelli olanların günü kutlanacak olsa haftalar yetmez, bütün bir yıl bu toplumsal sorunla ilgilenmek lazım diyerek kısa kesmeye çalışalım. Aydın havası olsun.  
 
“Usta maymun tef istemez, kendi çalar kendi oynar” dedi ustam. Onun bu süzünü bu yazıyı yazarken hep aklımda tuttum. Acaba bana maymun mu demek istedi diye düşündüm bir ara ama sonra anladım ki, “Yazını yazmak için benden bir yardım bekleme, kendi başının çaresine bak” demek istemiş. Eyvallah dedim ona da… Zira hakikaten de “usta maymun tef istememeli” Bir konu mutlaka ama mutlaka bulmalıyım bu işe girdiysem. Haklı ustamız…   
Bir başka dostum ise “Ben olsam çıkar peşinde koşan dostları yazardım” diyerek bana yardımcı olmaya çalıştı. Bir diğeri ise Edebiyat ve müzikle ilgili şeyler yaz dedi. Diğeri “abi IMF Başkanı istifa etmiş nedense sabahtan beri buna üzülüyorum” dedi.  Bir başka meslektaşım ise Başkan Tayfur Çiçek’in icraatlarını yazmamı istedi. Sayın başkanın yapmaya başladığı göletle ilgili müthiş projelerinden bahsetti. Onu dinleyene kadar göletlerin başka işlere de yarayacağını bilmezdim. Sağolsun kendileri…
 
Nihayetinde şöyle dişe dokunur, beni de okuyucuları da tatmin edecek bir konu pek bulamadım bu hafta. Sonra dedim ki, bana yardım etse etse canım oğlum yardım eder. Oğluma sordum ne yazayım diye. O da “Baba internete sansür” konusunu yaz deyince. Rahat bir nefes aldım. Tamam. İşte bu konuda yazmalıyım ben. Ama bir baktım ki yazının sonuna gelmişim. Bir daha ki sefere inşallah internete sansür ve sanal fişleme işlerine değiniriz nasipse.
 
Ben en iyisi mi bugün bir şey yazmayayım. Rahmetli Uğur Mumcu ile veda edeyim okuyucularıma.
“Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına, gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki, bu çiçeğin adı, "Erdem", bunun "Onur", bunun "İnanç"…