“Güven Sarsıcı Olaylar” başlıklı geçen hafta gazetemiz Yerel Güç’teki yazıma okurlarımdan olumlu tepkiler, lâyık olmadığım övgüler aldım. Teşekkürü borç bilirim. Beklentim farklı mecralardandı.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile 5 MİT mensubunun ifadeye çağrılmasını, basında, savcılara en ağır eleştiri M.Ali Birand’dan geldi. “Özel Yetkili Savcıya dur deme zamanı” ve “MİT’e savaş açıldı” başlıklarıyla gazetesinde ve kendine ait twitter hesabında ağır yazılar kaleme aldı. Bunun üzerine İstanbul Yetkili Savcılığı, kendisi delillerin gösterilmesi maksadıyla savcılığa çağrıldı. Oysa Savcı Fikret Seçen yazılı bir açıklama yaparak kamuoyunu aydınlatmıştı. Basının bazı kalemleri bundan tatmin olmamışlar ki; savcılık ve emniyet güçleri ile ilgili eleştiriler devam etti. Savcılık da gayet şeffaf biçimde buyurun beyler, bir de bizden dinleyin demişler.
M.Ali Birand, savcılıktan ayrılırken; haksız eleştiriler sebebiyle savcıların sinirli olduklarını gördüm. Bana öyle şeyler anlattılar ki; yargıya ve emniyete haksızlık ettiğimi anladım. Emniyetten savcılığa gönderilen suç listesi epey kabarık. Örneğin:
 “A.Öcalan ile aralarında Hakan Fidan’ın da bulunduğu MİT heyeti arasındaki mutabakat zaptı.”
 “A.Öcalan’ın Silvan baskını başta olmak üzere bir dizi senaryoyu içeren mektubunun MİT aracılığı ile PKK’ya yollanması.”v.s.v.s.
Savcılık davet ettiği basın mensuplarına soruyor,
 “Bunlar suç değil mi?..
Ben de, geçen haftaki yazımızda tam da bunları dile getirmiş, savcılığın haklılığı kadar emniyet güçlerinin, seçimle gelmiş T.C.Hükümeti’nin direktifleri ve kamu hukukunun korunması bağlamında gerek MİT soruşturmasında gerekse daha önceleri “Darbe Girişimleri” ile ilgili başarılı ve haklı çalışmalarından söz etmiştim.
Soruşturmanın MİT’e yönelik yeni başlayan bir soruşturma değil, aylardır süren bir KCK soruşturması olduğu gerçeği bilinmelidir. Bunca zamandır KCK izi süren KCK savcıları, “KCK için eylem yapan MİT unsurları”na rastlayınca yolları MİT’e çıktı.
Yani soruşturma MİT yetkililerinden değil KCK’lılardan ve “KCK saldırganı MİT unsurları’ndan başladı. Savcılar bu kadar istikrarlı ve inanılmaz bu tablo karşısında, MİT’in üst yönetiminden –bilgileri olsa da olmasa da-şüpheli sıfatıyla ifade almak zorundaydı.
Ayrıca Başbakan’a bağlı Genelkurmay içindeki suçlar nasıl Başbakan’ın cezai sorumluluğunu gerektirmediyse yine Başbakan’a bağlı MİT içindeki suç soruşturması da Başbakan’ın sorumluluğunu gerektirmez. Başbakan, teröre dair Genelkurmay’a da talimat veriyor, MİT’e de. Ucu Başbakan’a varacak yakıştırması saçmadır.
Yalnız, bu konuda hükümetin alelacele yasa çıkarması yanlış olmuştur. Yarının Türkiye’sinde, iki seçim sonrası ana muhalefet partisi olacak gözü ile bakılan BDP’nin, Leyla Zana gibilerin Başbakan olduğu bir koalisyon hükümetinde bu tür yasaların kimler için ve ne gayelerle kullanılacağını AK Parti’nin düşünememesi çok acı. Recep Tayyip Bey ilânihaye Başbakan kalmayacak. Neyse, olan oldu. Yasayı Cumhurbaşkanı tasdik etti. MİT’çiler şimdilik kurtuldu!
MİT’çiden, EMANETE HIYANET!
Emanet konusu İslâmiyet’te ve biz Türklerin karakterinde çok önemli bir husustur. Nice örnekleri var, din ve tarih kitaplarımızda…
Ne yazıktır ki; biri MİT görevlisi 4 kişinin, iki Suriyeli komutan için gösterilmesi gereken hassasiyeti görememek ciğerimizi sızlattı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni içine düşürdükleri hâl affedilemez. Ülkemizin itibarına indirilen bu darbeyi, gelin bir daha hatırlayalım…
Suriye rejimi muhalifleri ve Özgür Suriye Ordusu kurucusu Albay Hüseyin Mustafa Harmuş, Suriye’de emrindeki 120 askerin öldürülmesinden sonra, Türkiye’ye sığınmış, zalim diktatör Esad’a karşı haklı olarak ağır suçlamalarda da bulununca yakalanması için başına 100 bin Dolar ödül konulmuştu. İddiaya göre o dönem MİT görevlisi olan Ö.S.,4 kişiyle birlikte Albay Harmuş ve aynı kampta bizim emanetimiz olan Binbaşı Mustafa Kassum’u kaçırarak Suriye’ye teslim etti. Albay Mustafa Harmuş’un ağabeyinin başvurusu üzerine konuyu araştıran Hatay Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerinin çabaları sonucu olay aydınlatıldı. Bir subay, ülkesinden kaçarak emin ülke olarak gördüğü Türkiye’ye sığınmış, ancak Türkiye’de devlet gücünü kullanan bir ruhsuz tarafından, kaçtığı ülkeye geri iade edilmişti. Üstelik bu subay sıradan bir subay değil, muhalifleri örgütleyecek kurmay zekâya sahip bir liderdi.
Olayın asıl vahim tarafı şu: kardeşi kaybolunca Albay Hüseyin Mustafa Harmuş’un ağabeyi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazıyor. Başbakan, bu konunun araştırılmasını istiyor. MİT tarafından Başbakan’a “Albay’ın kaçırıldığına dair bir bilginin olmadığı, ülkemizi terk etmiş olabileceği” yönünde cevap veriliyor. Yani tabiri caizse, yaşanan ihanetin üstü örtülüyor.
Aylar sonra olay ortaya çıkınca da MİT apar topar elemanının görevine son veriyor. Ama o kişinin işten atılması, Başbakan’ın yanıltılmışlığının önüne geçmiyor. Üstelik yanıltılan Başbakan, Suriye konusundaki hassasiyetiyle bilinen ve belki Suriye halkının en büyük güvencesi Tayyip Erdoğan…
Kendisine sığınan bir mülteciyi koruyamayan, üstelik düşman olarak görülen yönetime teslim edip, o kişinin idam edilmesine sebep olan, emanete sahip çıkamayan bir Türkiye’nin düştüğü durumu anlayabiliyor muyuz?
Bu konu ortaya çıkınca, “Albay’ın Suriye’ye teslim edilmesi karşılığında 9 PKK’lı alınmış ya da Albay’a karşılık Suriye’de yakalanan şu kadar MİT elemanı iade edilmiş” gibi lâflar ediliyor.
Bu sözler sizleri ikna ediyor mu? Saygıdeğer okurum.
Albay ve binbaşı, gelecekte belki Suriye’nin yönetiminde önemli makamlarda bulunacak kişilerdi. Dost olarak ülkemize sığınmış, canlarını emanet edecek derecede Türkiye’yi güvenli bir yer olarak kabul eden masum insanlardı. MİT, EMANETE İHANET EDEN elemanını sadece görevden uzaklaştırmakla yetiniyor. Emanete sahip çıkmamanın, Türkiye’yi bu duruma düşürmenin cezası sadece görevden uzaklaştırma mıdır? Örfümüzde, sana sığınanın bambaşka bir anlamı yok mudur?
Saygılarımla.   ([email protected])