Gözünüzün içine bakarak yalan söyleyen bir kişi için neler hissedersiniz? Şaşkınlık, tedirginlik, kaygı, öfke değil mi? Yaklaşık iki yıldır, söylenen yalanlar karşısında birçoğumuz karmaşık duygular yaşıyoruz. Halkın aklıyla alay eden olaylar zincirleme devam ediyor. Yalan konusunda yarışan idareciler, bizleri şaşkınlığa itmeye alıştırdılar. Görevini yapan polislere darbeci iftirası toplumca adeta kanıksandı. Bir yılı aşkındır cezaevindeler, haklarında iddianame bile yok. İstanbul, Ankara ve diğer şehirlerde tutsak olan bu masum devlet görevlileri için Başsavcılar niye susuyor. Geçmişte hemen her konuda fikir beyan eden Cumhuriyet Baş Savcısının adını bile bilmiyoruz. Hukuk adamları, Türkiye’deki 64 Hukuk Fakültesi’nin Akademisyenleri nerdeler. Neden korkuyorlar? Bu sessizlik neden Allah’ım? Çoluk çocuğu cezaevi önlerinde perişan bu devlet görevlileri için nasıl bir ruh hali ile kişi bile bile nasıl yalan söyler. Yalan söylerken bile nasıl karşısındakini ikna edebilir. Yalan sonuç verir mi? Son iki yıldır apaçık yolsuzluk ve hırsızlık süreci olmasına rağmen, bu hırsızlığı ortaya çıkaran polislerin yargılanacağını, devlet eliyle bankaların batırılmaya çalışılacağını, ekonominin can damarı iş adamlarının tehdit edileceğini, masum insanların isimsiz ihbar mektupları ile fişlenip görevden alınacağını, yine masum kişilerin “ casus, haşhaşi, paralelci, hain, sülük vb.” yaftalarla rencide edileceğini duysak inanmazdık. Çünkü onları iktidara bizim oylarımız taşımıştı. Tek bir gücün bütün herkese meydan okuduğu, tepki gösteren kim olursa paralel ilân edildiği bir tiyatro seyrediyoruz adeta. Birkaç yıl önce methiyeler düzenlerin, şimdilerde ayni kurum ve kişilerin aleyhinde hakaretler savurarak konuşması önceden beklenir miydi? Dün ile bugün arasındaki bu süreci tahmin edebilir miydik? Edebilseydik, bugün elim kırılaydı da bunlara oy vermeseydik diye yakınmaz mıydık? Halkı aptal yerine koyan sözüm ona kendini akıllı zannedenler yüzünden siyaset halkın güvenini kaybetmiştir. Bu güven kaybının da geçtiğimiz zaman diliminde  koalisyon pazarlıklarının fiyasko olduğunu gördükçe daha çok kahrolduk. Siyaset itibarını sıfırlamıştır. 1 Kasım seçimlerinin de sadre şifa olacağını sanmıyorum.

Yalan söylemenin artık sıradan hale geldiği bir ülke atmosferinde dürüstlük bekleyen halkımız, daha birçok kez hayal kırıklığına uğrayacak gibi görünüyor.

Psikoloji ilmi, yalan söylemenin, bilerek gerçekleri çarpıtma, kişinin içindeki sapmanın farklı bir göstergesi olduğunu söylüyor. Kişilik bozukluğu olanlarda yalan bir alışkanlık haline geliyor. Yalan söyleyenlerin bu davranışları, normal bir karakter yapısında ortaya çıkmaz diyor psikoloji ilmi. Ortaya konan davranışların çarpıklığı fazlaysa, onun zemini olduğu ruhsal yapının ne kadar bozuk olduğunun farklı bir göstergesi oluyor. Yalanın büyüklüğü, kişini iç sisteminin bozulması ile doğru orantılı oluyor.

Kendisini en değerli hisseden, tek başına bir güç olmaya çalışan, hiçbir denge unsurunu kabul etmeyen, toplumun beklentilerini hiçe sayan bir otorite kişiliğinde ise, süper ego zamanla kendisini kaybedebilir diyor kitaplar. Ülkemizdeki devlet hiyerarşisi ve otoriter süreçler, rahatlıkla yönetenlerin kontrol mekanizmalarının ortadan kalkmasına zemin hazırlayabiliyor.

Gözünüzün içine bakarak yalan söyleyen kişiler zamanla kontrolünü kaybeder. Yalan yalanı doğurur. Bir diğer yalanı kurtarmak için başka yalan söylenir ve bu kısır döngü sürekli devam eder. Başkaları ne der? Sorusunu pek sormayan, öfkeli tek taraflı bakan, başkalarına empati yapmayan, yaşadığı toplumsal değerlerle sürekli çatışan kişiler, sürekli yalan söyleyen kişilerdir. Yalan ile suç birlikte araya gelirse o takdirde süreç çok daha vahim hale gelebilir. Suça yalanı aracı etmek ve suçlarını yalan ile örtmek birçok masum kişiye zarar verir. Ancak bozuk bir ruhsal sistem varsa, kişi gözünüzün içine bakarak yalan söyleyebilir. Bu açıdan tanıdığınız kişilerin ruhsal durumu önemlidir. Ülkemize gelirsek; Milletin değer verdiği kişi ve kurumlara yapılan saldırılara karşı dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü saldırı yapan kişiler konuşurlarken, ses tonundan beden diline kadar duygularını, kelimelerin içine katarak konuşmaktadır. Böylelikle kin, nefret ve öfke duygularını hissederek konuşurken, hitap ettiği kitleleri ikna edebilmektedir. Hitler’in konuşmasına baktığınızda, kendini kaybedecek derece duygulandığını görürsünüz. Herhangi bir kişi de hitabet esnasında duygularını katarak konuşursa kitlelere daha çok tesirli olur. Ancak bu hitabet tarzı; kin, neftet, öfke ve ayrımcılık içeriyorsa çok dikkatli olmalıyız. Çünkü bu duyguların tesirinde kalan bazı tipler, verilen mesajları kabullenip, başka kişilere karşı zarar verici eylemlere çevirebilir.

ONLARA ACIMAK VE ÜZÜLMEK

Gözünüzün içine bakarak yalan söyleyenlere, hissettiğiz şeyler ne olursa olsun, bu kişilerin günün birinde, kendi yalan dünyalarında kaybolacakları muhakkaktır. Çünkü yalan söyleme alışkanlığı kişinin buzlu yolda sürekli gaza basmasına benzer. Belli bir süre, yol aldığını zanneder ama, yerinde sayar. Burada önemli olan bu yalanların farkında olmak ve bunun tesir alanından uzak kalmaktır. Yalan söyleyen birini gördüğünüzde, hele hele yüzünüze bakarak yalan söylediğinde, ona karşı hissedeceğiniz en güzel duygu “acımak” ve onun adına “üzülmek” olması gerekir. Çünkü yalan söyleyen ferdin sadece çevresine değil, kendine de güveni kalmamıştır. Bu güvensizliği aşmak için başvurduğu bu kısır yalan döngüsü, o kişinin belki de en önemli değerlerini kaybetmesiyle sonuçlanacaktır.

Saygılarımla.

Not: İstanbul Ün.Öğr.Üyesi

Doç. Dr. Osman Abalı’nın eserinden yararlanılmıştır.