“Yalan Dünya her şey bomboş” diye bir şarkı “Ah yalan dünyada, yalan dünyada, yalandan yüzüme gülen dünyada” diye de bir türkü var. Hikâyeler bol, masallar çok yalan dünya üzerine… Tıpkı şarkılar ve türkülerin bol olduğu gibi. Hangimiz kendimizle baş başa kaldığımızda efkârlanıp sitem etmeyiz ki o’na?

Yalan ve Dünya… Yalın olarak düşünüldüğünde yalan başlı başına bir dünya, dünya ise baştan sona bir yalan. “Yalan mı büyük Dünya mı?” diye soranlara en güzel cevap çoğu insanın bilmediği bir atasözümüzde gizlidir. “Dünya tükenir, yalan tükenmez.” Yalan birçok kötülüğü ve kötü düşünceyi de beraberinde getirir. Yalan söyleyerek insanlar üzerine iftira atmak onları toplum nezdinde küçük düşürmek çok kolaydır. Bir insanın hayatını, yaşamına dair tüm güzelliklerini mahvetmek mümkün olsa da böyle yaparak kimin ne kazandığını bilmek mümkün değildir. Çirkin bir kızın güzel bir kızı kıskanarak; “Oynaşıyor bu zilli” demesi gibi bir şeydir yalan... Ya da başına hiç hak etmediği halde kötü bir hadise gelen bir insana yönelik “Zaten bunun hamurunda vardı” gibi çokbilmiş tespitlerde bulunmaktır. Her çirkin kız bu kötü silaha sarılmayacağı gibi her düşene böylesine acımasızca vuran insanlar da olmayabilir. Birlik ve beraberlikten olabildiğine uzaklaşmış, onda olmasın bende olsun anlayışının hâkim olduğu günümüzde yanı başımızdaki insanların başına gelen kötü şeyler için üzüleceğimize onların dedikodusunu yapan, yalan yanlış dedikodular üreten insanlar olmaya başladık. Bu dünya hiçbirimize kalmayacak. Sevginin, paylaşmanın, dostluk ve kardeşliğin önüne geçen para ve makam hırsının tesiri altına girerek sağında solunda olup bitenlere duyarsız kalanlar unutmasınlar ki bu değerler bir gün kendilerine de gerekecek.

Sevgi ve paylaşmak en yakınımızdan başlar. Mesela ailemizden, mesela komşumuzdan, mesai arkadaşımızdan... Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir. Bu yüzden unuttuğumuz değerleri çok geç olmadan hatırlamayı ve ihmal ettiğimiz dostları da çok geç olmadan ziyaret etmeyi öneriyorum. Bu yazıma yakışır bir hikâye ile de sizlere veda etmek istiyorum.

Her yıl yapılan "en iyi buğday" yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: “Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor” dedi. Çiftçiye; “Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz?” diye sorulduğunda; “Neden olmasın” dedi. Ve “Bilmediğiniz bir şey var!” diyerek devam etti; “Rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.”