Ben gazetelerin yalancısıyım; Türkiye İran ile savaşa hazırlanıyormuş. “Kel alaka!”, “Dam üstünde saksağan!” lakırdılarını bırakın, durum ciddi.
Sebep? Patron öyle istiyor. Patron kim? Pes şimdi! İnsan patronunu bilmez mi? Patronunu bilmek gibi fazilet var mı şu dünyada. Tabi ki Amerika. Hem biz neydik: Küçük Amerika. Hatta, çoğunluk parlamenterimizin deyişiyle Amarika! Şimdi ne olduk, “Düttürü Amarika.”
Biz nasıl Düttürü Amerika olduk? Büyük patronun hatırı için, serhat boylarında terörist besleyip, din kardeşlerimizi katlettire katlettire. Ve de yurttaşımızın boğazından kesip, dünyanın lanetlediği cani sürüsünü besleye besleye.
Bu da yetmez, kendi yurdunu bölüp parçalamak isteyen dahili katilleri el üstünde tutup, yurdunu sevenleri savunanları zindanlara tıka tıka.
Büyük patron başka türlü adamın altına koltuk sürer mi?
Din kardeşidir, yurttaştır demeden herkesi katlettireceksin ki, Büyük Patron hoşnut olsun. Dolayısıyla altındaki koltuk da zıngıldamasın. Malum kanalizasyonlar deliğe süpürülmüş hain atıklarıyla dolu.
“Peki Türk-İran savaşı da ne oluyor!” mu, diyorsunuz?
Şu oluyor.  Patron Suriye’de Esad iktidarını (Esed mi desek?) değiştirip, ülkeyi parçalayıp, bölgeyi daha kolay sömürmeyi arzulamış. İran da tutmuş Suriye’nin bütünlüğünden yana tavır koymuş. Olacak şey mi bu!
Peki anladık da, diyorsunuz; bu olayda bizim neremiz sızlıyor. Biz niye savaşıyoruz?
Bak şimdi olmadı! Ne diyor büyük Yunus: “Bir ben vardır bende benden içeru.”
Bu da ona benziyor:
“Bir biz vardır bizde, bizden Ameru.”
İşte öyle; Amerika biziz ve biz Amerika’yız.
Ama, gaza getirilip mahalle kavgası yaptırılan hafifmeşrep türündeniz.
Ama olsun, “Her mihnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden” demiş ya büyük şair Tarancı; biz de ona nazire yaparız, “Her mihnet kabulüm yeter ki koltuk kaymasın kaidemden.”