Cumhurbaşkanlığı seçiminde vatandaşlık vazifemizi yapmak için sokağa çıktığımızda yüzümüze çarpan kavurucu sıcak, çoğu zaman olduğu gibi sevgili eşimle aynı düşünceye kapılmamıza yol açtı; “serin bir yerlere kaçmak”.  Bu sıcakta evde klima karşısında hasta olma riskini bir kenara bırakıp en yakın serinliğe küçük bir kaçamak yapmaktan daha akıllıca ne olabilir ki?
             Biz de sadece Ödemiş'in değil Ege'nin hatta Türkiye'nin sayılı yaylalarından olmaya aday bir yeryüzü Cenneti olan Gölcük'e çıkmaya karar verdik. Aracımıza binip Gölcük'e yollanmak bile ruhen bizleri serinletmeye başlamıştı. 
            Yaylaya varıp bir de göl manzarasına ulaşınca keyfimiz daha da arttı. Seçim günü olmasına rağmen Gölcük panayır yeri gibi kalabalık olduğundan yer bulur bulmaz aracımızı park edip serin havanın tadını çıkararak yürümeye başladık. Ana cadde üzerinde yürüyüşe devam ederken yanımızdan römorkluyla yolları sulayan bir traktör geçti. Yollar çok kötüydü ve toz kalkmasın diye sulama yaparak bir tedbir almaya çalışılıyordu. Belki toz kalkmıyordu ama her yer çamur içindeydi. Pazar tezgahları ise kaldırımda yürümeyi neredeyse imkansızlaştırıyordu. Kaldırımda ite kaka ilerleyen birçok insan gibi biz de yola inince hepimizin ayakkabıları çamur içinde kaldı. Ama Cennet Gölcük'te serin havanın tadını çıkartmakta ısrarlı olduğumuzdan çok da umursamadan gezintimize devam ettik. Dönüşte Pazar tezgahlarının arkasına geçip gölü seyrederek yürümeye karar verdik. Ama burası da adeta savaş alanı gibiydi. Yerlerde pet şişeler, naylon poşetler, yenmiş gofret ve cips paketleri ve kuru yemiş kabuklarının cümbüşü dikkatinizi başka yöne çevirmeye çalışsanız bile gözünüzün içine giriyordu. Keyfimiz kaçacak gibi olmuştu ama biz ısrarla yaz turizminin gözdesi olmaya aday (!) Gölcük'te olmanın tadını çıkartmaya niyetliydik. Uğrak yerimiz olan göl kıyısındaki çay bahçesine oturup, manzara eşliğinde ve çınar ağaçlarının gölgesinde çay keyfi yapmaya karar verdik. Sonradan anladık ki günün en keyifli ve Pazar keyfine yakışır anlarıydı bu dakikalar. 
            Hava güzel olunca insanın iştahı da açılıyor. Çocuklarımızla göl manzarası eşliğinde güzel bir yemek yiyeyim diye beldenin en köklü işletmelerinden birine gittik. Sıcaklar gelinceye kadar salata ve içecek siparişi verdik. Bu arada masadaki kirli tabak gözüme ilişti, garsona temiz bir tabak getirmesini istedikten sonra lavaboya yöneldik. Bayanlar tuvaletinde sıra olduğu için eşim otelin havuz kısmındaki tuvalete gitti. Çıkışta erkekler tuvaleti bir turistik tesise yakışmayacak kadar pis ve bakımsızdı diye sitemimi eşimle paylaşacakken O bana “tuvaletler ne pis…”'le başlayan ve böyle bir tesise geldiğimiz için beni bile utandıran sözler sarf etti. Canım iyice sıkılmıştı ama yine de keyfimiz kaçmasını önlemek adına “göl manzarası eşliğinde güzel bir yemek yiyelim de keyfimiz yerine gelir…” diyerek konuyu kapattım.
            Masaya döndükten hemen sonra salatamız geldi. Acıkmış olduğumuzdan hemen salataya saldırdık. Salatanın yarıdan fazlasını tüketmiştik ki önce eşim “ağzıma kum geldi, salatayı iyi yıkamamışlar…” diye şikayet etti hemen ardında da küçük kızımız yarı çığlık atar şekilde tabağında hareket eden nesneyi gösterdi. Tabakta hareket eden yaratık beyaz büyük bir kurttu. Hepimizin midesi ağzına gelmişti. Eşimle birbirimize “salata ile birlikte neler yedik acaba ?” anlamında baktık. 
            Birkaç saniye sonra kendimize gelir gelmez önce garsonu hemen ardında da sorumlu olduğunu öğrendiğimiz gözlüklü arkadaşı çağırdım. Tabaktaki kurt ise sanki bu ilk vukuat değilmiş de işyerini mahcup etmeden şu tabaktan hemen arazi olayım modunda tabağı terk etmeye çabalıyordu. Çatalımla firarı birkaç kez önlerken gelenlerin ağzını bıçak açmıyordu. Özür bile dilemeyi beceremeyen çalışanlara hitaben “bunu gördükten sonra nasıl yemek yememizi bekliyorsunuz?” diyerek oradan ayrılırken üstüne basa basa iki kez kendimi tanıtıp not alarak rahatsızlığımızı işverenine iletmesini ve konuyla ilgili dönüş beklediğimi söyledim. Uzun yıllardır tanıdığım işletmeci büyüğümüz aynı zamanda da gıda ile ilgili bir kuruluşta Yönetim Kurulu üyesi olduğu için makul bir gerekçe sunabilir diye bekledim ama maalesef ya durum kendisine iletilmedi (ki çalışanları bu konuda eğitemediği için yine de kusurludur) ya da O'da duyarsız kalanlar listesinde olmaya karar verdi.
        Keyifle gittiğimiz ancak ağzımızın tadının bozulduğu Gölcük serüveni sonunda anladım ki ne günübirlik ziyaretçiler, ne kamu kuruluşları, ne işletmeciler ne de yazlıkçılar Gölcük'e sahip çıkamıyorlar. Maalesef bu haliyle Gölcük Cennet'ten çok cinnet getirtmeye aday görüntüsünde.
        Altın arama konusunda kamuoyu oluşturma çabaları Gölcük, Bozdağ,  Birgi gibi değerlerimizi koruma amacı taşırken maalesef bu gidişle ortada korumaya değer bir Gölcük kalmayacak gibi. Doktor, avukat, eğitimci, sanayici gibi  birçok yazlıkçının bulunduğu Gölcük'ün elden uçup gitmemesi için başta bu isimlerin ve işletmecilerin bir an önce gerekli girişimlerde bulunmalarını istemekte haksız mıyız? Sarıgerme'deki SARÇED örneği gibi benzer duyarlılık gösteren kuruluşlar sizlere bu yolda model olacaktır. Tek yapmanız gereken biraz zaman ayırıp elinizi taşın altına sokmak, aksi halde yakın gelecekte gideceğimiz bir Gölcük bulamayabiliriz.