O gün sınıfa giren felsefe profesörü her zamankinden farklı olarak elinde bazı malzemelerle derse gelmiştir. Ders başladığında hiçbir şey söylemeden, yanında getirdiği kutulardan birinden çıkardığı büyükçe bir kavanozu masaya koyar. Daha sonra başka bir kutudan çıkarttığı tenis toplarını kavanoza doldurur. Ardından öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Tüm sınıf hep bir ağızdan “kavanoz doldu” der.                        

       Bu cevap üzerine profesör masada duran bir başka kutudan aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar ve çakıl taşları kavanozdan taşmaya başlayıncaya kadar devam eder. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler yine hep birlikte ‘artık doldu’ der.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaş yavaş kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘evet doldu’ derler.

Profesör bu kez öğrencilerin şaşkın bakışları arasında masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Sırayla fincandaki kahveleri kavanozun içine boşaltır. Bu kez kahve kumların arasında kalan boşlukları doldurmuştur.

Bunun üzerine öğrenciler bir taraftan daha ne kadar dolabilir diye düşünürken bir taraftan da yaşananlar karşısında gülücüklerine engel olamazlar.

Ardından profesör kürsüye çıkarak öğrencilerine nasihat etmeye başlar. ‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır. Tenis topları ise hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter. Çakıl taşları ise, sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi sahip olduğunuz diğer değerlerinizdir. Kum ise hayatınızda çok da önemi olamayan, hatta olmasa da olabilecek diğer ufak tefek şeylerdir. Hayatınız tüm bunların bir bütünüdür. Şayet kavanoza önce kumu doldurursanız, çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Enerjinizi, çabanızı ve en önemlisi de zamanınızı ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, sizin için gerçekten önemli şeylere zaman kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin, zamanınızı ve enerjinizi sizin için gerçekten en önemli değerlerinize ayırın. Mesela çocuklarınızla oynayın, sağlığınıza dikkat edin, sevdiklerinizle yemeğe çıkın,, onlarla vakit geçirin. Yani öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Hayatınızdaki öncelikleri sıralamayı iyi bilin çünkü gerisi hep kumdur.
        Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar, “Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?” Profesör gülerek cevaplar “Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun,
Her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…”

Hikâyeyi sizlere aktarırken hikâyenin aslını değiştirmeden kişisel yorumlarımı da katarak sizlere aktardım.

Bu yazımı ve de hikâyeyi sevdiğim ve her zaman bir fincan kahve içmeye yer ayıracağım bazı dostlarıma ve hayat denilen tek gidişlik yolculukta sahip oldukları gerçek hazinelerini unutanlara ithaf ediyorum.

Hayatı daha rahat yaşamak uğruna ve de daha fazla maddi değerlere sahip olmak uğruna çocuklarının büyüdüğünü göremeyen, sevdikleriyle baş başa kalamayan, kendine zaman ayıramayanlarınız varsa umarım bu hikâye sizlerin kalbinde bir kıpırtı, zihninde küçük de olsa bir soru işareti oluşturmuştur.

Hayat kavanozunuza ilk önce dolduracağınız çok sayıda tenis topları olması dileklerimle, sevgiyle kalın.