2001 yılını bir hatırlayalım. DSP-MHP-ANAP Koalisyonu işbaşında. Ekonomik kriz had safhada. Gecelik faiz yüzde 7 bin 500’e kadar yükselmiş. Türk lirasının (enflâsyon) değer kaybı % 40. Bankalar ve iş adamları batıyor. Yukarıda saydığım partilerden teşekkül eden hükümet krizden çıkmak için acil eylem plânı yapıyor. Piyasalar nisbeten kontrol altına alınıyor. Alınan önlemlerin sonucunu görmek için bir yıllık beklemek gerekiyor. Tam o sırada Devlet Bahçeli ile Mesut Yılmaz arasında seçim restleşmesi oluyor. Ecevit, ortaklarını sakinleştirmek için devrede olsa da Devlet Bahçeli kararlı. Sözünden döndü denilmesin diye Mesut Yılmaz’a meydan okuyup erken seçim tarihini açıklıyor. Kendisi ve Mesut Yılmaz Başbakan Yardımcısıdırlar o gün için. Ecevit de Başbakan.

Mevcut hükümetin görev süresine daha bir buçuk yıl var oysa. Ve 3 Kasım 2002 “erken seçim” tarihi oluyor. (o gün saatlerin geri alınmasının 4-5 gün sonrasıydı.) Ve seçim sonucunda DSP-MHP ve ANAP seçim barajına takılıyorlar ve meclise giremiyorlar. Kızartılmış ekmeğin üzerine bolca tereyağ sürülüp misali, altın tepsi ile servis edilen iktidar, Refah Partisinden ayrılıp yeni kurulan AK Parti’ye ikram ediliyor. Bu tarih ayni zamanda saygıdeğer okurlarım; Türkiye demokrasisinin vazgeçilmez unsuru olan merkez partilerin de hazin sonudur. AK. Parti’nin oy oranı % 34.3 çıkardığı milletvekili sayısı 363 tür. Seküler politikalar sonucu yıllarca bastırılmış olan muhafazakâr kitle Siyasal İslâma iktidarı veriyor. Başta baş örtüsü olmak üzere, imam hatip mezunlarının üniversiteye girememe haksızlığı (ilâhiyat dışındaki branşları kastediyorum) ve daha pek çok sebeple ötekileştirilen insanımız (burada CHP’nin geçmişteki yönetiminin günahını (Kemal Kılıçdaroğlu başa geçtikten sonra bu hata ve imajı ne kadar yıkmak istediyse de, ki; CHP’yi bir başka yazımda ele alacağım) CHP iktidar olabilmek o kadar yakınında olduğu halde, geçmişin bu hataları sebebiyle 1 Kasım’da da ancak hazin bir sonuçla % 25’lerde kalıyor.

Tekrar o günlere dönersek; seçime zamanında yani bir buçuk yıl sonra gidilse idi, ekonomideki önlemlerin müsbet sonuçları alınacaktı. Bu durum, AKP için iktidarının ilk yıllarında kazanılmış bir avantaj oldu. 2003’de gidilecek bir seçimde koalisyon partileri belki seçim barajına takılmayacaklardı, merkez partiler de bir denge ve ümit olacaklardı, gelecek adına.

Emekliler hatırlayacaklardır, 2003 yılı başında seyyanen yapılan 100 TL. lik zam, aslında Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonu döneminde bu zam kararı alınmıştı. 3 Kasımda seçime gidilmesi sonucu, bu zam uygulaması AKP’ye kalmıştı. Ama milyonlarca emekli “gelir gelmez bize zam yaptılar” diyerek AKP’ye sempatisini ilk günlerinden kazandırmış oldu halkımız. Daha sonraki yıllarda da yoksul kesime yapılan yardımlarla AKP gücünü arttırmış oldu.

7 Haziran 2015 gününe geldiğimizde, ülkemiz belki de tarihinin en kritik seçimini yaptı. Muhalefet partileri (CHP-MHP-HDP) % 59 oy aldılar. AKP. nin 2011 de aldığı % 49 oy oranı 7 Haziranda 40.9’a geriledi.

Ne var ki; seçim gecesi daha sonuçlar henüz belli olmuşken Devlet Bahçeli, milletin kendilerine; “ana muhalefet partisi görevi verdiğini belirterek, koalisyona katılmayacaklarını ilân etti. Sanki o açıklama bu günlerin habercisi idi. CHP. nin Başbakanlık teklifini dahi reddetti. Her ne kadar HDP. nin dışarıdan destek vereceği bir CHP-MHP koalisyonu için Erdoğan faktörünü de unutmamak lâzım. Bakalım görevlendirmede bu yolu seçer miydi? Benim kanaatim imkân dahilinde değil olacaktır.

Meclis Başkanlığı seçimine gelince; MHP burada da hayır kartını oynayarak muhalefetle işbirliğine yanaşmadı. Bu hayırlar, ülkeyi 1 Kasım seçimlerine götüren faktörlerden biridir. Faturayı tamamen MHP’ye yani Bahçeli’ye kesmek benim adalet anlayışıma uygun değil. Bir nokta hep gözlerden kaçırıldı. Deniz Baykal olayı. Okuyucularım hatırlayacaklardır; TBMM. Başkanlığı seçimi öncesi iki buçuk saat süren bir Erdoğan-Baykal görüşmesi oldu. Görüşmenin mahiyetinin üst siyasetçilerin bile tam vakıf olmadığı inancını taşıyorum. CHP daha bir buçuk yıl önce Cumhurbaşkanlığı seçiminde, MHP. nin önerisi ile aday olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemek yerine, sarayın bu politik manevrasına aldanıp, büyük bir siyasi hataya imza attı. Deniz Baykal’ı Meclis Başkanlığı’na aday gösterdi ve Meclis Başkanlığı altın tepside AKP’ ye sunulmuş oldu. Oysa karizması çizilmiş bir Baykal portresinin seçilme şansının sıfır olduğunu, bizim köy kahvelerindeki Mehmet emmi dahi bilir. İşin enteresan yönü Baykal bu hatasını sineye çekip köşeye çekileceğine Antalya’dan tekrar aday gösterildi. (1 Kasım Antalya seçim sonuçlarına bakınız) CHP’liler bu hataya nasıl düştüler, o konu da karanlıkta kaldı. Baykal da, ömrünün ahirinde kendisine sunulan milletvekilliğinin, tabii senatör gibi zevkini çıkarmak varken, ülke kaderine olumsuz bir damga vurdu.

1 Kasım öncesi, ekonomi uzmanları gidişatın iyi olmadığını haykıra dursun, azan terör, yükselen dolar ve faiz gibi menfi pek çok durum var iken muhalefet partileri AKP’yi köşeye sıkıştırmak isteyip seçim hükümetine de girmediler.

İnsanımızın görüşü işte o günlerde kesinleşti 1 Kasım seçimleri için. Kendi içinde bir hükümet çıkaramayan, Meclisin çalışması için ciddi hiçbir girişim göstermeyen muhalefeti o günlerde çizdi kanaatindeyim. Öylesine kritik günlerde seçim hükümetine hayır denilmesi vatandaşımız için ümitlerin tükenmesine yol açmış olamaz mı? Seçimlerde de MHP’nin iflâh olmaz “hayırcı” tutumu yüzünden en büyük cezayı ona kesti. MHP’de yüzde 4 buçuk oyunu AKP’ye kaptırdı.

Burada yakın zamanda siyasi hayatına son vereceğini düşündüğüm Devlet Bahçeli’nin özellikle genç seçmeni ülkücüleri sokağa asla dökmeyerek gösterdiği feraset de unutulmamalı.

AKP’nin, gerek 3 Kasım 2003, gerekse 1 Kasım erken seçimleri ile tek başına iktidarı yakaladığı MHP’ye şükran borcu vardır. Ve 2002 seçimlerine benzerliği ile  1 Kasım günü tarihin tekerrür ettiği görülmüştür.

Saygılarımla.