Arka sıraya oturdum, duruşma bekliyorum.  Mübaşir, erkek sözü, dedi; bundan sonra benim dosyayı sürecek yargıcın önüne.
Görülmekte olan davada da tanık dinleniyor. İlk tanık, yaşlıca bir kadın. Amerikan filmlerdeki gibi elini kaldırıp, “Yüz bin kere yemin ederim” demiş, yargıçtan “Bir kez yeter, gerisine gerek yok.” yanıtını almış, bildiklerini anlatmaya başlayacaktı ki, telefonu çalmaya başladı. Çalmak ama çalmak, derim size. Kıvrak mı kıvrak bir Orta Anadolu türküsü salondan dışarılara taşıyor.
Davalı vekili eliyle masayı darbuka gibi kullanıp dımbırdatmaya başladı.
Mübaşir hafiften göbeğini titretiyor, zabıt kâtibi başını sağa sola sallayıp tempo tutuyor.
Yargıcın masasından da bir debildek sesi geliyor ama masanın altından eliyle mi eşlik ediyor, ayaklarınla mı müziğe uygun ritim tutuyor belli değil.
Davacı vekili gözlerini yummuş, sözleriyle katılıyor.
Salon tam anlamıyla konsere hazırlanan bir koro görünümünde.
Oyun havası en kıvrak haliyle sürerken, kadın da mahcup mahcup çantasını kurcalıyor. Birinci gözden sağlık karnesi olsa gerek küçük bir kitapçıkla, nüfus cüzdan ve bir avuç da madeni para çıktı. Dibine doğru eğilip baktı, başka bir şey olmadığını görünce elindekileri geri tepti.  İkinci gözden önce bir şemsiye, ardından ütü kordonuna benzer fişli bir kablo çıktı. Çantayı çevirdi bir silkeledi. Yok, bu gözde başka hiçbir şeycik yok. Oyun havası neredeyse yarıyı buldu, salon coşmakta, kadın aramakta.
Herkes bir tür tempo tutmakta olsun, kadın son bur umutla üçüncü gözü açtı. Üçüncü gözden de derde derman için hiçbir şey çıkmadı.
Kadının, yapacağı başka bir şey, bakacağı başka göz kalmadı, şöyle bir durdu düşündü. Öyle ya; a be çanta, koca türküyü dinlettin, içinde telefon yoksa nereden çıkarırsın bunca sesi.
Kadın telefonu bulmakta kararlı. Eliyle çantayı bir daha yokladı. Bu kez tamam, çantanın telefon koymak için yapılmış olsa gerek bir de küçük gözü var; telefon bulundu.
Bulunmasına bulundu da, bu kez de kapatma düğmesi aranıyor. Kıvrak oyun havası son çeyreğe dayandı dayanacak. Kadın bir umut, telefonu mübaşire uzattı:
Evladım, kapatıver şunu hayrına.
Olmuyor, o da bilmiyor. Mübaşir de çaresiz:
Bu modellerden ben de anlamıyorum yenge.
Kadın zor durumda; önce davacı vekilinin sonra da davalı vekilinin yüzüne, “Bir hayır sahibi yok mu huu?” dercesine baktı; herkes kendini müziğin büyüsüne kaptırdığından ortalıkta hiç hayır sahibi yoktu.
Kadın artık her şeyden, herkesten umudunu yitirmişti;  o da dinlemeye başladı. O an yargıcın sesi müziğe karıştı:      
Orta Anadoluuu…           
Kadın bütün umudunu yitirmişti ya:
Yok, dedi, ortasına da kırk kere bastım. Susmuyor lanet olası.