Sonbahar, edebiyatımızda önemli yer tutar. Diğer mevsimler de öyle. Nice hikâye, roman ve şiirde mevsimlerin özellikleri ve güzellikleri işlenmiştir.

Vikipedi, Sonbahar’ı şöyle tanımlıyor,

Yaz ile kış mevsimleri arasında olup; Güz, Hazan, Bağ Bozumu isimleriyle de anılır.

Eylül, Ekim, Kasım’ı kapsar. Gündüzler kısalır, Geceler uzar. Güneş erken batar. Daha az ısı ve ışık verir. Serin, yağmurlu ve rüzgârlı günlerin sayısı artar. Kış mevsiminin habercisidir. Ağaçların yaprakları sararmaya ve dökülmeye başlar. Otlar ve çimenler kurur.

Ansiklopedik bilgiler bile insanın içini karartıyor değil mi saygıdeğer okurlarım?

Aslında sonbahar yazısı için erken. Fakat Mustafa Balbay, benim mevsimlerle olan güzel hislerimi allak bullak etti. Oysa duygusal insanlar için her mevsimin olduğu kadar sonbaharın da nice güzellikleri yansımıştır şiirimize, şarkılarımıza. Balbay Bey, sonbaharda ülkemizde kopartacaklarını (sandıkları) söylediği siyasi fırtına ile geçen haftanın önemli gündem maddesi oldu. Ruhumuzu kararttı.

Sözlerinden; korktuğum veya endişeye kapıldığımdan falan değil, insanımızın moral değerleriyle oynadığından üzüldüm.

Mecburen, Gezi olaylarına döneceğim.

Perinçek’in İP’ine sarılıp militanlarının kötü kopyası olma yolunda hızla mesafe kaydeden solcu-ulusalcı yayın organları adeta coştular. ‘Az daha Haziranda deviriyorduk, sonbaharda biraz daha dişimizi sıkarsak, Ak Parti’nin işini bitirmek, işten bile değil’ diye milleti galeyana getirmeyi ve en azından kuyruğu diri tutmayı başarıyorlar. Dış basından pompalanan gazla iyice bu kötü hayale kendilerini kaptırdılar ki; Üstüne Balbay gibilerin sonbaharla ilgili hava tahminlerine fena halde bel bağlayıp gün saymaya başladılar bile. Hatta lider (!) Perinçek tarih bile veriyor: “ Bir yıla kalmaz milli hükümeti kurarız “ diyor.

Bayram vesilesiyle hafta sonu hayli değişik görüşleri olan dostlarla diyalogum oldu. Kendilerini bu hayale inandırmışlar. Ne söylesek, kâr etmedi. Sandık dedik, halk iradesi dedik, yüzde 50 dedik, suskun çoğunluk dedik. Yok… İktidarı devirecekler. Aslında nasıl olacağı yönünde pek fikirleri de yok. Perinçek söyledi ya, gerisi gelir. Kendilerini o kadar inandırmışlar ki; çok yakınım bir hanımefendi akrabam: “ Enişte! Artık gazeteye yazmasan!” bile dedi. Devrim iktidarının benim defterimi düreceğini düşündüğünden olsa gerek.

Siyasetle az buçuk ilgisi olanlar hatırlayacaklardır. Perinçek, üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkacağını tarih vererek iddia etmişti. Öyle hayalcidir ki kendisi, partisinin oyları yüzde 1’leri anca bulduğu geçmiş yıllardaki seçimlerin öncesinde; “ İktidara yürüdüklerinin kesin olarak ortaya çıktığını söylemişti. Onun siyasi öngörüsü bu kadardır fazla lâfa gerek yok. Neyse; bunları bırakıp, sizlere Abdurrahman Dilipak’ın son yazılarından bahsetmek istiyorum. Bir de ortaya attığı senaryolar var. Bunların da ulusalcı-solcu kanadın kendilerini inandırdıkları sonbahar senaryoları ile üst üste koyarsak kaynayan siyaset kazanına atılan odunların cesametini görürüz.

Dilipak diyor ki; Ak Parti’den 50 milletvekili koparılıp-satın alınıp yeni bir oluşuma gidilmesi, sonra da bu oluşumun CHP ve MHP ile birleştirilip, Ak Parti’nin azınlığa düşürülmesi plânlarının ne derece gerçeği yansıttığını, gerçekleşme imkânının derecesini zaman gösterecek. Sonbahar yaprakları erken sararmaya ve düşmeye başladı. En azından ruhsal dünyamıza. Bu siyaset mühendisliğini kimler tasarlıyorsa insanımızı boş yere aldatıp, yanlış hayallere sevk ediyorlar. Perinçek’in, Balbay’ın peşine takılanlar çok fena sükûtu hayale uğrayacaklar kanaatindeyim. Suyun bulanması ile kalacak göreceksiniz.

Ama normal şartlarda sonbaharda sokak devrimi bekleyenlerin, hüzünlü bir sonbahar ile karşılaşacaklarını söylemek kehanet olmaz.

Affınıza sığınarak bir tabiri buraya almak istiyorum: “ Papaz her zaman pilâv yemez.”

Gezi’deki gibi birliktelik bir kere oldu veya olur. Taksim’in havası kaçtı beyler, bayanlar. Solcu faşistler ve ulusalcılar Gezi’nin çıtkırıldım gençlerini, onların anne babalarını, bazı solcu aydınları, bir de kendilerini çözemediğim (anti-kapitalist Müslümanları) ve her türden istemezükçü hoşnutsuz kitleleri öyle kolay kolay yanlarında bulamayacaklardır. Eğer öyle olsaydı; “ Silivri Taarruzu” başarılı olurdu. Öyle yol kenarlarında tarlalarda, makiliklerde dımdızlak ortada kalmazlardı. Türkiye Gençlik Birliği (TGB) önümüzdeki zamanlarda; Üniversitelerde bazı olaylar çıkarabilir. Allah’ın belası siyasi-sportif holiganlar stadyumlarda çıkaracakları kargaşa ile hem Türk Futboluna, hem biz sporseverlere zarar vereceklerdir.

Okullarda arbede yaşandı diye, maçlarda siyasi ve ahlâk dışı sloganlar atıldı diye hükümet devrilmez. Kimse boşuna heveslenmesin.

Saygılarımla.