İzlediğim açıkoturum sabahın üçüne dayanınca, uyku gözümden akmaya başladı. Başımı yastığa koyar koymaz gitmişim.
Hacer hanım kızını evlendirdiğinden beri, bize bir tuhaf davranmaya başladı. Bir bakıyorsunuz, gülüşahenk şakalar yapıyor; daha üstünden bir gün geçmeden, tavuğuna kışt denmiş bir tavırla saldırıyor. Önce yalnız kalışına yorduk ama, değilmiş. Bir gün “O namussuzu başıma siz doladınız!” deyince, ortalıkta bir namussuz dolaştığı anladık. Gerçi, bu namussuz öyle insanı sürekli üzen türden bir namussuz değildi. Gün oluyor yüzünü güldürüyor, mutlu ediyor; gün oluyor üzüyor, sinirlendiriyordu.  Bir süre kimliğini saptayamadık. Sonra anladık ki bizim Mesut’muş. Gerçi o dengesize ‘Bizim’lik bile çok ya neyse; diliselekliğimize verin.
Hacer hanım, kızı Sevim’in Mesut’la evlenmesini bizden biliyor. Sebep, Mesut’un  çocukluk arkadaşım olan babasıyla, annesini almak için bize geldiğinde merdiven sahanlığında Sevim’i görüp beğenmesi. İşin kötüsü de bu karşılaşmanın evlilikle sonuçlanması. Bizim, bir tanış olmaktan öte olayla uzaktan yakından ilgimiz yok. Haydi dünürcü olsak, bir yere kadar. İki kusurumuz var biri oğlanın babasını tanımak, öteki de kızın anasına komşu olmak.
Ama Hacer hanım öyle düşünmüyor. Her kabahati  evcek bizde buluyor. Hatta buna kabahat demek de az, onun gözünde  açık açık Mesut’un suç ortaklarıyız. Kadın biraz daha zorlasa, üç biz, bir de önderimiz Mesut, yeter sayının üstüne çıktığımızdan örgüt bile sayılabiliriz. Bu durumda bizim fakirane de hücre evi olurdu.
Kadın, kızının her halinden haberdar üstelik. Mesut ne halt karıştırsa, bunun yüzünden okunuyor. Yüz değil mesutmetre. Çoğu zaman bir halt karıştırmasına bile gerek kalmıyor. Her türlü değerlendirme yetkisi  kadının elinde olduğundan, o istediği gibi yorumlayıp yansıtıyor.
Baktınız gülücükler mi dağıtıyor; anlaşıldı, Mesut kızını çok mutlu etmiş, işler yolunda. Ertesi gün hafif bir tebessümle geçiştiriverdi diyelim; demek ki Mesut güzel bir sürpriz, bir şirinlik yapamamış, ama , kötü bir şey de yapmamış. Sonra bir gün kadının yüzünde hiçbir belirti göremediniz mi? Eski günlerdeki gibi mi? Hıım, yine istihbarat kopukluğu yaşanmış. O gün Sevim’in semalarında insansız hava araçları seyretmemiş. Sonraki  bir gün, baktınız yüzünde kızgın bir ifade;  o zaman durum kötüye gidiyor, demektir. Mesut’la Sevil hafiften atışmışlar. Hacer hanımın da bize iki laf sokuşturma hakkı doğmuş oluyor böyle durumlarda.
Yorum mudur, gerçek midir bilinmez; sözde bir gün tartışmalar büyümüş ve sıkı durun, Mesut haylazı da tutmuş, dövecek gibi kızın üstüne yürümüş! Bizim de zor günlerimiz geldi çattı:
Eve hırsız kedi gibi, ayakkabıların burnuna baba basa girip çıkar olduk. Kolay değil Hacer hanım korkusu bu. İçeri girip kapıyı kazıkladığımızda, sınırı geçmiş, vatan toprağına ayak basmış gibi oluyoruz. Hatta bir gün içeri girip sevinç çığlıları atınca, oğlan Altay gol attı sanmış, “İnsanın duygularıyla oynamayın!” diye sitem etti durdu.
 Anlayacağınız, artık Sevim’in mutluluğu bizim mutluğumuz.    
Komşuluk ilişkilerini böyle böyle sürdürmeye çalışırken, bir sabah merdiven sahanlığından bir çatırtı duyuldu. Kapının gözleme deliğinden baktım, Hacer hanım; bir elinde beyzbol sopası, ötekinde de ne ilgisi varsa koca bir havuç, sabah sabah kemirip durur. Havucu bize mi yedirecekti bilmem, ikide bir kapıya bakıyor. Göz göze geliyoruz arada ama, o fark etmiyor. Oğlan hazırlanmış okula gidecek, mızmızlanıyor. Kapıyı açamıyoruz; eli sopalı düşmanın serdiği postu dürüp kaldırma niyeti yok.   
 Üstelik kadının gözünde, Mesut’la birlikte biz de Sevim’in üstüne yürümüş sayılıyoruz.
 Şamaroğlanıyla kader birliği yapmanın sonu bu, diye düşünürken, Hacer hanımın telefonu mu çaldı ne, içeri girdi. Fırsat bu fırsat, deyip oğlanı uçurduk. Gelecek meselesi tabi; biz yaşımızı başımızı almışız, beyzbol sopasıyla şırkılsak da dayanırız. Ama çocuk öyle değil, servisi kaçırırsa dersinden kalır.     Uykunun en tatlı yerinde, kapı zilinin acı acı çalan sesiyle uyanmışım. Baktım Sevim:
 -Mehmet amca bakkaldan bir şey istiyor musun?
Düşle karışık, “Mesut yok mu?” demişim.   
 -Sen daha uyanamamışsın Mehmet amca, Mesut da kim, bakkalın yeni çırağı mı? dedi; indi gitti.
Dünya varmış!