Öykü
 
Adem anlattı, kayınpederinin neler çektirdiğini. Kız evi naz evi derler ya, bununki açık açık eziyet eviymiş. Akla gelebilecek her zorluğu yaşatmışlar zavallıma:
 “Kayınpeder önce ‘Akraba evliliğine karşıyım.’ diye tutturdu. Eş dost etrafında pervane. Başlangıca dayanan akrabalığın bize etki etmeyeceğini anlattılar, kendisinin de eşiyle evlendiğini söylediler. Yarım ağızla tamam der gibi oldu. Bir süre adımın bile Adem oluşunu bahane edip diretse de, onun da tümüyle rastlantı olduğu konusunda ikna edildi. 
İkinci zorluğu, “İki bayram arasında nikah kıyılmaz!” diye dayattı. Kurban Bayramı’nı henüz geride bırakmış olmamızı hiç önemsemiyor, “Bana ne, ben öte yandan hesaplarım” diyordu habire. Güç bela bu sorun da aşıldı.
Israr ısrar, sonunda, “Damat benim istediğim koşullara uyarsa niye vermeyeyim kızı, turşusunu mu kuracam?” deyiverdi de derin bir nefes aldık. Bundan sonrası nasıl olsa olur gider, diye düşündük…
 
                                                            …
 
Biz yoğun biçimde düğün hazırlıklarına başlayaduralım, bir gün yanına çağırdı. İstediği şeyler varmış, sıraladı. Liste de yapmış, onu da elime tutuşturdu, hiçbir şeyi unutmayayım, diye: 
Bir; önce savcılık makamından sabıkasızlık belgesi. İki; iflas etmediğime dair mahkemeden imzalı, mühürlü yazı. Parantez içinde astic diye bir not. Üç; kısıtlı olmadığıma gösterir yine mahkeme yazısı. Bu kez parantezin içinde slh harfleri. Tabii bunlar listenin kolay tarafı. Bir koşu aldım getirdim.   
Kağıtları eline aldı. Baktı baktı:
- Güzeeel, dedi.
Elbette, sınavı başarıyla vermek benim de koltuklarımı kabarttı. Gururlandım doğrusu. Nişanlımla yüz yüze gelince, gülüştük fark ettirmeden, bir işi başarmanın kıvancıyla. 
 
                                                         …
 
Kayınpeder ardından bir kağıt daha uzattı. Baktım, ikinci bir liste.
Bu da madde madde sıralanmış: Bir; sigortamın olup olmadığı. Varsa, bağlı bulunduğum kurumdan primlerimin gününde ödenip ödenmediğini gösterir resmi belge. İşçi ya da memursam işverenden ya da kurum amirinden yine yazılı belge. Esnaf isem dükkanın sağından iki, solundan iki dükkan esnafından topluca düzenlenmiş, imzalanmış iyi hal kağıdı. 
İki; mal bildirimi. Üç; dürüst olduğuma kefil olacak iki kişi. Bu kişiler açık senet verecek, benim bir yanlışım olursa, zarar tarafından takdir edilip yazılacak ve tahsil edilecek. Kefalet yirmi beş yılla sınırlı tutulacak.
İkinci liste biraz zorluydu. Bunu on gün içinde ancak tamamlayabildim. Önce Bağkur’dan prim borcum olmadığına dair bilgisayar çıktısı. Ardından dükkanın sağından iki, solundan iki, dört komşumdan iyi hal kağıdı. Sonra köyde bulunan, anadan babadan kalma birkaç küçük tarla hissesini yazıp bir mal bildirimi hazırladım. 
 “Dürüsttür. Ben kefilim, bunun için açık senet veririm. Bir zararı olursa yaz, ödeyeceğim.” diyecek iki kişi bulmak kolay mı bu devirde. Günlerce yalvar yakar adam peşinde koştum. Hazır olunca, çıktım kayınpederin karşısına. Kağıtlara şöyle bir göz attı. Mal bildirimine, senetlere baktı. Ben, sınav kağıdı incelenen dört buçuktan beşlik öğrenci gibi
başımı eğdim onun ağzından çıkacak “Eh” sözünü bekliyorum. O hiç ışık vermeden sürekli inceliyor. Yoğun incelemelerden sonra başını kaldırdı; en zorundan başladı:
- Veraset ilamları? 
- Sunayım efendim…
- Resmi evrak bir bütündür. Eki kökü birlikte sunulur.
Eksik evrakı sunmak için mehil istiyorum, deyip, adamı mı kızdırayım. En iyisi suyuna gitmek: 
- Ha hı. 
Ama istekleri sınırsız. Adam, tapu memuru mu, Almanya’ya işçi mi yazıyor belli değil. Her şeyi tam tekmil istiyor. 
Bu arada veraset ilamını henüz sunamadım ya, incelemeyi sözlü olarak sürdürdü:
-  Kaç kardeşsiniz? 
-  İki.
- Kardeşin paragöz mü, bonkör mü?
- Eli açıktır efendim. 
Benim sözlü beyanımın ne hükmü var. “Sen onu benim külahıma anlat!” der gibi burnunu kıvırdı:
- Göreceğiz…
Ardından senetlerin teknik sağlıklılık incelemesine başladı: 
-  Bu imzaları sen mi attın? 
- Hayır efendim, bizzat kendileri attı.
Bunlara telefon açtırıp onaylattı.
Ardından bana iyi hâl kağıdı veren dört komşumun adlarına baktı, başını kaldırıp bir de bana baktı.    
-  Bu zibidilere iyi hal kağıdı verecek kimse var mı? 
Öyle ya, bana iyi hal kağıdı veren, kendisi nasıl bir adam, onu merak ediyor. Nasıl ispatlanır şimdi bu arkadaşların iyi adam olduğu?
- Bilmem, bir kötülüklerini görmedim.
Bu yanıtımı da hiç beğenmedi, “Bozacının tanığı şıracı olmasın!” diye söylendi bir süre.
En son prim ödeme belgesine baktı: 
-  Bunda sorun yok.
Yine sevindik. Nişanlımla göz göze gelip tebessüm ettik, belli etmeden. Ne de olsa sorunlar bir bir aşılıyordu.
 
                                                           …
 
Ben o gün bütün sorunları aşınca, kayınpeder “Adem, yarın akşam yemeğini bizde yiyelim.” dedi. 
Meğer kayınpeder ağzına bamya da kereviz de koymazmış. Bunların ikisini birden yiyecek bir aday çıkmayacağını düşündüğünden, her adayı bamya-kereviz testine tabi tutarmış. Bizim büyük bacanak kereviz yemediğinden baldızla gizlice evlenip emrivaki yapmışmış. Ben ikisini de iştahla yiyince canı sıkıldı. Suratını astı:
- Ben artık bu işlere karışmıyorum. Anasına sorun. 
Bu söz üzerine nişanlım bayıldı. Zar zor ayılttık:
- Yandık, dedi, babam dünyanın en anlayışlı, en şeker insanıdır. Uyumludur. Oysa annem! Beni krallara layık görür. Kral bulunmazsa milletvekilinden aşağısına razı olmaz; o da iktidar partisinden olursa! 
Anlayacağın bizim evlenme işi yine tıkandı kaldı.