Ak Saray ilgili eleştiriler, Atatürk Orman Çiftliği’ne inşa kararıyla başladı. Ardından inşaatın kaçak devam etmesi ve bu uğurda kesilen ağaçlarla gündeme geldi. Oda sayısından (1.150) tutun da, İki bin 700 çalışanına kadar. Maliyetiyle ilgili iddialar ise bütün eleştirileri unutturacak kadar büyüktü.

     Reis, bakın de diyor; “Sarayı niçin hazmedemiyorsunuz? Burası benim sarayım değil, milletin sarayı. Milletin sarayını hazmedemiyorlar.” Eh, bizim de, bu milletin bir ferdi olarak, buna bir cevabımız olacak elbet. Buradaki can alıcı kelime “millet” tir. Ve söyleyenin, millete verdiği manâ çerçevesine göre, ben bu milletin kapsamına girmiyorum. İzah edeyim efendim: Burada kastedilen başka bir manadır. Milli Görüş Hareketi ortaya çıktığında ayni tartışma yaşanmıştı. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaklardır. Milli Görüşçülere göre millet, hemen aklımıza gelen halk, ulus, bütün toplum değildir. Onlar, Kur’an da zikredilen “İbrahim Milleti’nin” manâsını anlarlar. Bundan, yani bir peygamberin getirdiği değer, ideal ve gelenekler etrafında birleşen topluluk anlıyoruz. “Milli” kelimesi de işte böyle bir millete dair şeylerin sıfatıdır. Gerçek olan ise; Milliyetçilerin ve Milli kelimesinden tamamen faklıdır. (MHP. lilerin dikkatine!) Millet ve Milliyet kelimelerine Türkçe’de, batılı anlamda national (vatandaş, yurttaş)         karşılığı manâlar verildi. Oysa ki, millet bir Kur’an kavramıdır. Milli Görüşçülerin tariflerine bu noktada itiraz edilemez. Benim itirazım; siyasette “Biz Milliyetçi değiliz ümmetçiyiz.” Sözüne sığınmalarıdır. Son zamanlarda, milli iradeye bu kadar vurgu yapılmasıyla demek istedikleri budur.

      Milli irade, vatandaşların, seçmenlerin tamamını değil, destekçi çoğunluğu ifade için kullanılıyor. Milletin sarayı da keza. Yandaşlar bunu, “Beni destekleyenlerin Sarayı” olarak algılıyorlar.

     Bizim itirazımız: Parlamenter sistem içinde, çakma bir başkanlık sistemi icad edilmesinedir. Meşru bir zemini olmayan bu uygulamayı diğer bütün şaibeleri de perdelemek için ahalinin sarayı tartışmasıyla halkı yeniden kamplara ayrıştırmalarına karşıyım.

      Normal zamanlarda; “Nedir bu görgüsüzlük.” Diyeceklerine inandığım nice kişiler, yiğidime az bile manasına gelen saçma sapan şeyler söylemek zorunda kalıyorlar.

      Zamanında çok eleştirdiğimiz, Ahmet Necdet Sezer’in (sahi nerelerde o?) görevi bitince kendi parasıyla yaptırdığı iki katlı villasına demediğini bırakmayan basınımızın anlı şanlı kalemleri, şimdi birer saray güzellemecisi olup çıktılar. Sezer’in siyasetteki davranış ve uygulamalarını asla beğenmem, kendisini sevmem de. Fakat kabul etmek gerekir ki, tevazu bakımından müstesna bir devlet adamıydı. Ne yazık ki şimdi; “İtibardan tasarruf olmaz” diyebilen bir Cumhurbaşkanı var. Kendisi şunu demeye getiriyor; “Ben temsil ettiğim makamın forsu için bu kadar para sarfıyla fiyakalı bir saray yaptırdım.” Yapılırken de Başbakanlık Binası olacak diye sizi kandırdım ey halkım! Bak nasıl kondum!

İtibardan tasarruf olmaz kelâmına gelince bizim anladığımız şudur; İtibara halel getirecek şeylerden, risklerden, şaibelerden, dedikodulardan ve  en önemlisi eylem ve davranışlardan uzak durmak gerekir. İnsan bu hususta çok titiz ve dikkatli olmalıdır. İtibardan taviz verilemez. Onu eksilterek bir başka şeyi arttırmanın değeri olamaz.

      Fiyaka için devlet hazinesinden saçıp savurmayı asla kabul etmez bu halk. Dinimizin büyükleri itibarlarını şaşaa ile değil adalet ile gösterdiler. Su içtikleri maşrapayı altınla kaplatarak değil.

      Saygılarımla.