Bir müddettir, hemen her televizyon kanalının haber bülteninde patatesin 5 liraya çıktığı vurgulanıp duruyor. Sanki çarşı-pazardaki diğer gıda ürünleri 50 kuruş- bir liraya satılıyor sanırsınız.

Yıllar yılı tarlalarda çürümeye bırakılan, nice çiftçimizi bankaların kölesi yapan, hiçbir dönemde iki yakası bir araya gelmeyen ziraatçımızın yetiştirmesi çileli ürünü patatesten söz edeceğim.

Bozdağ’ lıların 52 yıllık bir damadı olarak onların çektiğini yakından gören ve bilen biriyim. Çünkü Bozdağ’da başka bir şey yetişmez. (son yıllarda değişik ürünler deneniyorsa da bu konumuz dışında)

Araştırdım: Patates üreticileri tohumları Hollanda’dan aldıklarını, orada 500 Euro olan tohumun tonunun kendilerine 1500 Euro’ya satıldığını, bunun bir soygun olduğunu söylüyorlar. Dahası var… Tohumlara virüs konulduğunu, sonra da bu virüse ilâç almak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Zaten özellikle büyük şehirlerde tezgâha gelesiye, üreticiden alınan değerinin çok katına çıkan mahsulün bu durumda bile kâr etmediğini belirtiyorlar. Ve ne yazıktır ki; ziraat meslek liselerinde artık bu bölümlerin olmadığını da biliyoruz.

Ülkemizdeki tarım üreticileri o kadar küçük boyutta ki, pazarlık güçleri sıfır. Tüccar, üreticinin elindeki ürünleri yok bahasına satın aldıktan sonra manava gelene kadar en az (büyük şehirler için söylüyorum) 3-4 defa el değiştiren ürün, maliyetinin yaklaşık 5-10 katına perakendede satılıyor.

Yukarıda çileli ziraat demiştim: Size geçmişten bir örnek sunacağım. Hani Bozdağ’ın kayak tesisleri var ya, orası Gündalan Yaylasıdır. Uzun yıllar sulama için su çıkaramadıklarından (dalgıç pompa çıkınca su işi halloldu) Bozdağ’ın içinden, bizim Ödemiş Sanayii İmalâtı 2-3 tonluk su tankerlerini traktörün arkasına (traktör yokken veya çok az iken at ve öküzlerle çektirip) bağlayarak 13 Km. uzaklıktaki Gündalan’a, 7-8 km. uzaklıktaki Küçük Çavdar Yaylası ile, Büyük Çavdar Yaylasına su taşıyıp, ektikleri patates ürününü öyle sularlardı.

Ülkemizde ziraatin en önemli özelliklerinden biri insanımızın geçim kapısı olmasıdır. Üreticilerin boyutları çok küçük ölçekte olduğu için pazarlama imkânları hiç yoktur ve tüccarın eline mahkûm durumdadırlar. Gerçi Tarım Kredi Koopratifleri var ama, işlevlerinin olduğunu sanmıyorum.

Bizim bilinçaltımıza işlenen bir konu var: “Siz, hiç tarımla kalkınan ülke gördünüz mü?” Bu hikâye ile bizi yıllardır uyutuyorlar. Nüfus artarken,  toprak sınırlanırken tarım sektörü adeta üvey evlât muamelesi görüyor. Hakbuki eğer güçlü sermayesi olan holdingler bu konuya el atsa (hayvancılık ve süt ürünlerinde olduğu gibi) ve tarımda gelişmiş ülke uygulamalarını yerinde inceleyip (Hollanda, Fransa, Amerika, Kanada vb.) başarı hikâyelerinin temelinde yatan unsurları ortaya çıkartılırsa, Türkiye’mizde benzer başarıları niye sağlamayalım?

Konuyla ilgisi yok gibi görünse de rahmetli Barış Manço’a ait bir hatırayı zikretmek isterim. Şöyle demişti: “Dilimize giren 3 kelime var bunlar; organizasyon, trafik ve kooperasyon’dur. Bunların gerçek manâlarını halkımız anlamadığı için, bir organizasyon yapsak, elimize yüzümüze bulaştırırız, trafiğin durumu zaten ortada, kooperasyon (kooperatifçilik) yani bir araya gelip ortak hareket etme konusunda sıfırız.” Demişti, haklıymış. Biz bugün gelişmekte olan bir ülkeysek, Barış Manço’nun sözünü ettiği tesbiti dikkate almalıyız. “Birlikten kuvvet doğar.” Atasözünü hep söyleriz de uygulamaya gelince fos. Tarımda acil tedbirler alınmazsa biz daha çok “Gıda fiyatları neden yükseliyor?” diye yakınırız. Birleştirici bir ele ihtiyaç var. Tabii ki iş önce devlete, sonra da girişimci zenginlerimize görev düşüyor.

            Saygılarımla.