Her birinin gün beklemeye tahammülü olmayan adli tebligat parçalarının ayından önce geri dönmemesine, hatta kimilerinin hepten firar edip hiç geri dönmemesine tanık olmuştuk da, iadeli taahhütlü bir mektubun üç adım öteye sekiz on günde gittiğini görünce aklıma neler gelmedi neler? 
Gençlik işsiz aşsız dolaşırken, posta hizmetlerinde üç beş kişilik işi bir kişinin üstüne yığıp “Alın işte devlet yapamıyor 'Öz elleştirmek' şart oldu mu?” denmeye çalışılıyor.  
PTT binaları da kentlerin en gözde yerlerinde kalmışken, insanın aklına başka ne gelir ki?
Dilerseniz önce, özelleştirme benzeri kavramları bir anımsayalım. Nedir bunlar:  Kamulaştırma, devletleştirme ve millileştirme ya da Türkçesiyle ulusallaştırma.   
Bunlar, toplum yararı için kamu gücü kullanılarak yapılan mülkiyet tasarruflarıdır.  
Sırasıyla ele alırsak, kamulaştırma: Devletin, yapacağı kamu hizmetleri için gerekli taşınmazları, bedelini ödemek suretiyle satın almasıdır. Devlet kamulaştırdığı araziye  projelendirdiği çeşitli kamu hizmetleri için (Örn.: Hastane, adliye binası, vergi dairesi vb.) yapar.
Devletleştirmenin kamulaştırmadan farkı; arazisinden öte çalışır durumdaki bir işletmenin devletin (yani topyekûn kalkın) mülkiyetine geçirilmesidir.  
Millileştirme ise yabancı elinde bulunan değerlerin devlet ya da ulusal girişimciye naklini sağlamak suretiyle, ulusal bir değer haline getirmektir.  
Söylenmesi gereken şudur:  Özelleştirmeyi “Öz elleştirme”, yani  “Öz”  varlığımızı  “El'leştirme”  (El: Yabancı) yapmayalım. Yabancıya peşkeş çekmeyelim. Bu ulus onları yoktan varetti.                                                 …                    
Burada şunu da anımsatmakta yarar görüyorum. Mutlaka özelleştirilmesi yararlı olacak sektörler vardır. Bu devlet çarkının daha yavaş işlemesi sebebiyle ortaya çıkan durgunluğu ortadan kaldırır, sirkülasyonu arttırır ve gereksinmeler daha çabuk ve rahat giderilir. (Örn. Bakkal, süpermarket türünün devlet eliyle işletilmesini savunan çıkmadığı gibi.)
Bahaneler uydurup ulusun değerli varlıklarını ona buna peşkeş çekmek,  çalışanlarını sokağa dökmek, yukarıda saydığımız kavramlardan hiç birine uymaz. Peki, yapılan nedir? 'Öz Elleştirme'dir. Başka ne olacak.
'Öz  Elleştirme'nin bir de tacize maruz kalma anlamı vardır ki, onun konumuzla  uzaktan yakından bir ilgisi yoktur”
OYSA
4.4.2010 tarihli yukardaki yazımızda ülkenin, ulusun mal varlıklarının yandaşa-yabancıya, üstelik üç kuruşa nasıl peşkeş çekildiğini anlatmaya çalışmıştık. Yazıya “Öz Elleştirme” başlığını atmıştık. Oysa Soma Cinayeti'nde anladık ki, olaylar “Öz Elleştirme”den de betermiş. Ülkenin tapusunu kendi üstüne geçirmek, öz vatanını, ne idüğü belirsiz bir güruhla talan etmekmiş. Yani “Bir kez başa geçtim, ülke benim özel mülküm sayılır”ın allengirlicesi.
Bu gün gördüklerimiz karşısında hafif bile kalan yukarıdaki yazımızı bir kez daha yayınlama gereği duydum.
Ama umutsuzluk yok…