Herkesin ayrı bir yöntemle bırakması, özel, hatta akla gelmeyecek yöntemler geliştirilmesi olanaklı.   
Sigaradan bahsediyorum. Bırakabileceğimi hiç düşünemezdim. Tümüyle arkadaş yüzünden oldu. Yüzünden dediğime bakmayın, pişman değilim. Özlemiyorum da. Ben yalnızca bırakmaya zorlayan koşulları kabullenemedim.  
    …         
Fabrikada işe alınınca, yönetici, montaj bölümüne götürdü. Oradaki ustaya  “Kadir usta, bu Mehmet. Elektrikten anlar; kontrollere baksın.” dedi.
Kadir usta iyi birine benziyor. Yönetici gidince tanışma faslı başladı. İlk soru:
- Aspirin var mı?
Ben de hiç aspirin içmem. Başımın ağrısı bir tuttu mu, kaç tane içersem içeyim boşuna. İlle de Panalgin. O da, ağrı yirmi dakikada hafiflemezse bir tane daha. Ancak  kendime gelebiliyorum.  
Kadir usta hâlâ yanıt bekliyor: 
- Yok, iyi gelmiyor. İçmiyorum.  
Alaycı alaycı güldü. Sorduğu şey başkaymış. Teklifsiz, gömlek cebimdeki  sigaraya et attı. Bir tane yaktı, bir tane kulağının arkasına kıstırdı “Şakacı kerata!” diye de  sözde sevdi.
Hiç beklemediğim bir karşılama biçimiydi bu.  
                    …
Günler geçtikçe, gerçekten iyi bir insan olduğunu, ancak çok sigara içtiğini  fark ettim. O yıllarda daha ülkenin en önemli sorunu sigarayı yasaklamak değildi. Her yerde  içiliyordu. Kimsenin aklına “Şurada yasak olsun, burada yasak olsun” demek gelmiyordu.   Yine o günkü düşünce yapısına göre hiç kimsenin aklına Kadir ustanın çok sigara içmesine  tepki göstermek de gelmiyordu.
Sanırım, rahatsız olan tek kişi bendim. Yok, öyle yasaklama anlamında değil.   Benim sıkıntım, içtiği sigaranın benim sigaram olması. Adam günde iki üç paket sigara  içiyor. Ama akşam eve giderken yalnızca bir paket sigara alıyor. Onu da üç dört tane kalana  kadar akşamdan içiyor; kalanıyla işe geliyor. O üç dört sigarası da akşama kadar bitmiyor;  çünkü, eli sürekli benim gömlek cebimde. Günün üçte birinde bitişik ikizler gibi dolaşıyoruz.  
Ben, günde iki paket sigara alıp, yarım paket içiyorum; o bir paket alıp sağdan soldan gelen ekstralarla belki de üç paketi bulduruyor.
Ben sigarayı azalttım mı, o çoğaltıyor. Tüketim dengesini kararlı hale getiriyor.                                                          
Arada, “İçkim yok, kumarım yok. Günde bir paket sigaram var, çok mu?” diye övünmesi, benim gömlek cebimle oldukça ilintili.
Bir gün servis aracını kaçırıp işe geç kalır mıyım. Bizimki akşamdan kalan bir kaç sigarayı bitirmiş, yollarımı gözlüyor. Beti benzi atmış. Beni görünce yüzü aydınlandı. Ama tehditten de geri kalmıyor: 
- Bir daha geç kalırsan yönetime rapor ederim. Ekmeğinden olursun. 
Çıkardım paketi:
- Usta yak.  
Gözlüğünün üstünden baktı. Sözde nazlana nazlana:
- Yakalım bakalım bir sigaranı!
Zaman geçtikçe sigara masrafı iyice arttı; hatta yük olmaya başladı. Küçük  çapta bir ekonomik sıkıntı; daha doğrusu cebim bozuk para görmez  oldu.
Sigarayı dondurma yer gibi şapur şupur içen Kadir usta için olay daha farklı. Sigara sağlığa zararlı; biliyoruz. Ama, insanı kanser edip öldürür mü? Bugünkü bilimsel verilere göre bu kesin değil. Benim de korktuğum şu, eğer doğruysa, otlanma sigara ile ilk ölüm gözlerimin önünde gerçekleşecek. Katili de ben. 
Bildiğim kadarıyla, yasalarımızda, sigara otlanmayı hoş görmek suretiyle adam öldürme diye tanımlanmış bir suç yok. Ama, vicdanım ve özellikle de cüzdanım beni rahat  bırakmıyor.                                                             …
Tam benim paramı, biricik Kadir ustamın da canını kurtaracak bir yöntem aramaya başlamıştım ki, çözüm kendiliğinden geldi. Basit bir olaydan aramız limonileşmiş, kısa bir süre konuşmamıştık. Usta da arlı adam, konuşmadığımız sürede elini gömlek cebime atamıyor. Bu çok hoşuma gitti. Fazla sigara almayı unuttuğum ya da  gidip almaya üşendiğim zamanlar ortamı biraz gerip yüzümü karartıveriyorum; küsüz! Bizimki sağda solda sigara avında artık.  
Kimi zaman hiç kimseden bulamıyor, melül melül gömlek cebime bakıyor. Üzülüyorum. 
Bu sigara denen şey var ya, öyle namussuz bir şeydir ki; kendini dilenciden bile istetir.
Gel zaman git zaman o bakışlarına vicdanım elvermedi. Küsmelerden  vazgeçtim. Ama, olmuyor. Elleri yine cebimde. Hatta, bu kez işi daha ileri götürdü. Sigaram  azaldığında “Kör müsün, sigaran bitiyor. Beni sigarasız bırakmaya ne hakkın var?” der gibi  ters ters bakmaya başladı. 
Hatta bir gün işe dalıp, sigaramın bittiğini bile fark etmemişim. O da sakladım sanmış, döner bıçaklı holigan üstü arar gibi tepeden tırnağa arandım. Bulamayınca da canı sıkıldı; ortadan kayboldu.  Baktım on dakika sonra geri geldi. Meğer gitmiş önüne gelenden benim adıma sigara istemiş. Onlar da “Mehmet az yesin de kendine sigara alsın!” demişler.   
- Sen, dedi, ne sevimsiz adammışsın. İnsanların gözünde iki sigara kadar hatırın yokmuş. Yazıklar olsun!
Artık bardak taşmıştı. Yine çözüm aramaya başladım; ve bir sabah elini cebime attı, boş. Önce bir şaşkınlık geçirdi. Sonra, yüz yüze geldik:  
- Sigara sağlığa zararlıymış, bıraktım.  
Hiç beklemiyormuş; dilleri dolaştı:  
- Se..se..sen. Si..si..sig….Bı…bı… Hasstiiir!  
Bu denli mutsuz halini hiç görmemiştim.  
Günlerin, ayların getirdiği alışkanlıkla cebime bir kaç kez daha el attı; ama boşuna. Kadir ustam umarsızdı. Kendince haklıydı da. Küsle, bir yolunu bulup barışılırdı; ya sigarayı bırakmış adam ne işe yarardı.   
Elini, kazağının altından gömlek cebine soktu, buruşuk bir paket çıkardı. İçinde üç ya da dört sigara olmalıydı. Birini gururlanarak yaktı; “Bak, bizim de sigaramız var.” der gibi. Ardından birini de çıkardı bana uzattı. Almadım tabi. Bu konuda kararlı olduğumu belli eder biçimde elyüz hareketleri yaptım. Onun bir sigarasının ne kadar değerli olduğunu  biliyordum. Bu, hem sigaraya yeniden başlamak hem de on beş yirmi kilo sigarayla o bir  sigarayı geri ödemek demekti. Sözle de pekiştirdim:
- Bıraktım.
Ertesi gün işe elinde eski bir gazete parçası ile geldi. Sözde Amerikalı bilim adamları sigaranın kanser etmediğini söylemişler. Bunlar sömürgelere sigara satan şirketlerin aylıklıları olmalı, ama onun işine geliyor; “Hastalanmazsın, korkma!” demek istiyor…  
Sonraki günlerde sigaranın ruh sağlığı üzerindeki iyileştirici etkilerini  kanıtlamaya çalıştı.
Günler, haftalar geçtikçe çabaları da umutları da tükendi gitti.
                       …
Bir gün yönetici çağırdı. Söylediğine göre bu bölümde verimli olamamışım. Uyum sorunum da hat safhadaymış. Beni başka bölüme verip yerime Celal diye bir arkadaşı aldılar.  
Ben yeni yerimden memnunum. Ama, Kadir usta ile Celal'in arası biraz  limoniymiş bugünlerde.