Uzun zamandır yazmak istediğim bir konu bu. Evet, neden Erdoğan’a ve AKP. Hükümetine muhalif oldum? Başınızı ağrıtmazsam anlatacağım.

Mensubu olmaktan gurur duyduğum Demokrat Parti’yi ( önceki adı Doğru Yol Partisi idi ve Genel Başkanı Mehmet Ağar’dı) Abdullah Gül’ün ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı günlerinde, hukuk uleması geçinen Sabih Kanadoğlu’nun fetvası ve Aysel Tuğluk Başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi kararı ile TBMM. nin, 367 üye ile toplanabileceği kararı (aslında daha önceki Cumhurbaşkanları Turgut Özal, Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer seçimlerinde bu nisap aranmamıştı), Meclis oturumuna Doğru Yol Partisi (Genel Başkan Mehmet Ağar) ve Anavatan Partisi (Genel Başkan Erkan Mumcu) büyük bir Demokrasi hatası mı diyeyim, ayıbı mı işleyerek partilerinin milletvekillerini Meclis oturumuna sokmadılar. Çoğunluk sağlanamayınca oturum açılamadı ve Abdullah Gül, bir sonraki Genel seçimleri müteakip MHP. nin (AKP. ile) 367 m.v. bulunmasıyla 4-5 ay sonra seçilmişti. Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi bu büyük ayıpları sonucu silinerek halk tarafından cezalandırıldılar ve 2002 de Muhafazakâr Sağ seçmenin oyları yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP.) yi iktidara getirdi. Bizler Doğru Yol Partisi’nin intiharı ile tekrar açılan Demokrat Parti rozetini taktık ama oylarımızı (sağ seçmenlerin hemen tümü) AKP.’ye verdik. Nitekim halkın büyük çoğunluğu böyle düşünmüş olmalı ki; yüzde 40-50 oyla onları 3 dönem iktidar yaptı. Son 7 Haziran seçimlerinde de iktidardan düşürdü. Onlara oy verdiğim için çektiğim vicdan azabını yukarıdaki açıklamayla az da olsa açıklık getirdiğimi sanıyorum.

2002 den beri 10 yıl bu millet ve bizler oy verdik, müsbet icraatlarını da bulunduğumuz ortamlarda, yedi yıldır da gazetem Yerel Güç’deki köşemde hep savundum. Desteği çekmemize sebep olan gelişmeler, AKP. nin çizgisindeki radikal değişiklikler ve tesbit ettiğim sebeplerdir. Demokrat Parti’de aslanlar gibi kalan çizgisini bozmayan az sayıdaki dostların yarım ağızla da olsa sitemleri bizleri yaralamıyor değildi. Diğer taraftan, hakları olmadığı halde AKP. li bazı dostlar şikâyetlerini bizim gazeteye Dilek Özdemir’e kadar iletiyorlar. Dilek’in cevabı da onlara, daha evvel AKP. yi savunurken iyiydi ya! Oluyor. Benim kafama dank eden olay, 17/25 Aralık 2013’deki yalnız Türkiye’yi değil dünyayı sarsan polisin ve o günkü yürekli savcı ve hakimlerin hukuku uygulayarak, ortaya çıkardığı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş rüşvet, hırsızlık, yolsuzluklardır. Bunların hesabının sorulacağı Mahkemeler başlayınca bu rezilliklerin yalnız ayakkabı kutularındaki paralar olmadığı görülecektir.

Bunları gündemden düşürmek, halka unutturmak ve kendilerince bir günah keçisi icat ederek paralel safsatasıyla, hiç alâkası olmayan, bu bir darbe plânıdır deyip, günahlarını Fethullah Gülen Hocaefendi’nin manevi önderi olduğu “Hizmet Hareketi” nin masum ve temiz mensuplarına yamamaya çalıştılar. Rüşveti alanlar, “Havuz Medyası” kurmak için kolladıkları büyük müteahhitlerden verilen ihale bedellerinin en az yüzde 10 miktarını yani milyon dolarları aylarca televizyon ekranlarından, internetten öğrenmedik mi? Yandaş gazetelerde yazan ağzı bozuk, beş para etmez kalemler 30-50 milyar aylık alıyorlar, ey milletim uyan artık. İktidarlarını yalan ve iftira üzerine devam ettirmekteler.

En çok gücüme giden, o günlerin Başbakanı Erdoğan’ın milyonlarca oy aldığı halkına yaptığı hakaretlerdir. Hani; haşhaşi, casus, sülük diye televizyon ekranlarında yüreğimizi kanatan kelâmlar. Medya takip merkezleri var bilirsiniz, onların tesbitlerine göre, bir yerde okumuştum. Erdoğan’ın bu hakaret sözcükleri 400’ü buluyormuş. Bizler de ağabeyler, ablalar olarak, yürek yakan bu sözlere muhatap olduk, oluyoruz da. Hatta onlara su bile vermeyin dediğini okuyucularım hatırlayacaklarıdır. O’na kalsa susuzluktan ölmüştük! İki yıl doluyor, bir tek cemaat mensubu için bile iddianame hazırlanamadı. Ne darbesi kardeşim yahu, bu insanların cebinde çakı bile bulamazsınız. İnsanımız paralel safsatasıyla ve olmadık iftiralarla uyutuluyor. Artık millet gözünü açtı, yalan ve iftiralarına inanan yok. Gücüme giden bir başka husus yıllarca cemaatte beraber olduğumuz bazı dostların bu hakaretleri üzerine almadıkları gibi, en iyi dostlarının bu tür incitici hakaretlere uğramasına suskun kalmalarıdır. Er veya geç hakikat gün ışığı gibi ortaya çıkacaktır. Gerçeklerin, adaletin geç de olsa ortaya çıkma gibi güzel bir âdeti vardır.

Bir de Aktroller var. Sayılarının binlerce olduğu söyleniyor. Twitter’de bu ülkenin güzel insanlarına, AKP’ye muhalif olan herkese ağza alınmayacak seviyesiz, kültürsüz kelâmlarla hakaretler yağdırıyorlar. Kem söz sahibine aittir deyip geçelim. Bu ruh hastalarını okumamak için twitter hesabımı açmıyorum bile. Bunlar yarın iktidar ellerinden gittiğinde dımdızlak ortada kalacaklar. Tahsil yok, kültür yok, meslek yok. Belki o zaman bunların elinden Hizmet Erleri tutar, kim bilir?

Büyük ihaleler, özelleştirmeler eskiden şeffaf bir şekilde televizyondan naklen verilir, halk da mutmain (tatmin) olurdu. En son, milyar dolarlık Digitürk, ihalesiz pazarlıksız Katar’lı birine (acaba Katar’lı mı?) verildi gitti. Kaça gitti, parası tahsil edildi mi? Nereye harcandı? Türkiye’de ortağı var mı, kim? Saygıdeğer okurlarım, özellikle AKP. taraftarları, bunları siz hiç merak etmez misiniz? Ülkenin heder olan kaynakları sizin vicdanınızı sızlatmıyor mu?

Keşke AKP. siyasetin ve kendi siyasetinin desteğini bu yollarla değil de hukukun, şeffaflığın içinde meşru yolları tercih etse idi. 17/25 Aralık 2013’de çizginin kırılmadan günümüze gelecek ülkemiz, bu gün çok daha farklı, çok daha zengin ve özgür bir Türkiye olurdu. Yazık oldu ülkeme ve fakir düşen insanımıza.

                Saygılarımla.