( Lâtife Hanım gibi yalnız bir first lady idi )

 

            Bildiğiniz gibi 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in eşi Nazmiye Demirel vefat etti.

Alzheimer hastalığından 8 yıldır yatıyordu (öncesi de var). Böylesine çileli bir bekleyişin ardından Yaradan’ına kavuştu, mekânı cennet olsun.

            Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisinde yıllarca hizmet ettim. Nazmiye Hanım, bizim patronun sessiz ve vefalı eşi idi. Amiyane tabirle yengemiz idi. Semra

Özal ile kıyaslarsanız hanımefendiliğinin ağırlığını görürsünüz.

            Partimizin Genel Kongreleri veya Ödemiş Belediyesi’ndeki görevim döneminde muhtelif zamanlarda Ankara’ya gidildiğinde Güniz Sokağa uğranılması olmazsa olmaz idi.

Başkan Süleyman Bey Parti Genel Merkezi yerine

Güniz Sokak’taki 31 No.lu evinin zemin katını siyasi ofis olarak kullanırdı. Bundan hiç vaz geçmedi 40 küsur yıldır.

            Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen binlerce partiliyi evinde ağırlar. Hemen herkese ismi ile hitap eder, partililerinin baba, amca gibi yakınlarını da adları ile sorar, müthiş zekâsı ile bizi hayran bırakırdı.

            Nazmiye Hanım, evin üst katında yapayalnız oturur, partili ziyaretçilerden, bayanlar olmasına rağmen misafirlerin yanına inmezdi. Bizim arkadaşlardan: İsmet Yalgın ve Halil Başaranlı ile Nurettin Badem Ankara’ya Başkan’ın evine çok giderlerdi. Hatta Halil Başaran’lıyı evladı gibi sevdiğini bilirdik. Belki onlar Nazmiye Hanım’ın sofrasına oturmuşlardır. Güniz sokaktaki üç katlı ev geniş bir bahçe içinde ferah görünümlü idi. Süleyman Bey Yurt içi ve Yurt dışı gezilerinin bazılarına Nazmiye Hanımla birlikte gider, eşiyle beraberken hiç konuşmazdı. Oysa bazı sosyal faaliyetlerde kendisinin konuşmasını dinlemiş biri olarak söyleyebilirim ki, bir hatip kadar olmasa da sözünü bilen, düzgün Türkçesi ile konuşan biri idi rahmetli. Nazmiye Hanımın vefatı bunları hatırlattı bana. Ama daha diyeceklerim var.

            Süleyman Demirel’in, 28 Şubat 1997 sürecinde nasıl bir değişim gösterdiğini milletimiz müşahede etti. Nazmiye Hanım’ın vefatı ve Isparta İslâmköy’e nakli safhasındaki davranış tarzı, kendisinin farklı ruhsal anaforlar içinde olduğunu da gösterdi. Bu davranışıyla, yapısından da bir şeylerin kaybolduğu izlenimini edindim. 40 yıla yakın arkasından koştuğumuz, hemen her şeyini ezbere bildiğimiz patronumdan bahsediyorum. Onu bizler kadar kimse tahlil edemez.

            Demirel, Türk Milletine ve dostlarına çok vefalı bir karaktere sahipti. 1964’den 28 Şubat 1997 sürecine kadar süren gönül bağımız, kendisinin inanılmaz bir dönüş sergilemesi ile koptu. Nasıl kopmasın ki? Milyonların ölesiye sevdiği kişilik gitmiş bambaşka biri olmuştu. İki örnek vermem yeterli olur kanaatindeyim. 28 Şubat döneminde üniversitelerimizde okuyan başörtülü kızlarımız için, gayet haşin ve rencide edici şu sözleri söyleyebiliyordu, “Arabistan’a gidip, orada okusunlar!“ O günlerde nasıl götürüldü ise, bir Batı Müziği Konseri’nden çıkışta, dinlediği Betthoven’in 9 ncu Senfonisi’nin coşkusuyla “ İşte çağdaş Türkiye! “ diye adeta nara atıyordu. Oysa birazcık bizim kültürümüzle hayatında ilgilense, “ örneğin; Bir Anadolu Ezgisini zaman zaman mırıldansa, o güzelim Klâsik Türk Müziği Konserlerine arada bir gitse, meselâ, Halil Ağa’nın eşsiz bir bestesi olan Hüzzam Makamındaki Saz Semaisini dinlemiş olsaydı, çağdaşlığın Bethoven’la sınırlı kalmadığını bilmiş olurdu.

            Kendisi ne Futbol ve Basketbol maçlarına gider ne takım tutardı. Onun için hayat sadece siyasetten ibaret idi. Nazmiye Hanım’ın yalnızlığından söz etmem işte bundandır. Çağdaş Türkiye tanımlamasındaki garabet, beni de milyonlarca sevenini de kendisinden kopardı. Gönül bağı olarak diyelim. Yoksa Nazmiye Hanım’a son görev olarak, milyonlarca kişi İslâmköy’e akardı.

            Demirel’in aslında vefalı olduğundan bahsetmiştim.

            Yurdun neresinde bir felâket olsa, kendisi orada yaralar sarılırken, teselli ve moral için insanımızın yanında olurdu. Partilisi olsun olmasın, bir tanıdığı, bir dostunun hastalığı veya vefatı halinde mutlaka orada olurdu.  Ödemişliler hatırlayacaklardır. 12 Eylül sonrası Türkiye’de her yerde Sıkıyönetim’in hüküm sürdüğü, Ankara’da evinde gözaltında bulunduğu günlerde, Âlim Efe’nin vefatı dolayısıyla Âlim Efe’ye olan son vazifesini yapmaya Ödemiş’e gelmişti. Askeri Yönetim Bir Bölük Asker takmıştı peşine. Yaşları müsait olanlar, A. Efe’nin Ödemiş Büyük Cami’deki cenaze namazının sayıları yüze yakın asker gölgesinde kılındığını hatırlarlar.

            Demirel’in bu vefasını Anadolu ve Trakya’nın her karış toprağındaki insanımız şahittir.

            Bu satırları, merhum Nazmiye Hanım’ın İslâmköy’deki cenaze törenini izlerken yazıyorum.

Demirel’lerin çocuklarının olmaması ayrı bir talihsizlik idi. Nazmiye Hanım’ın evlenmek için 7 yıl beklediğini yazdı gazeteler. Yalnız o yıllarda değil, sonrasında yalnızdı.

Konu mankeni gibi yanında taşıdığı yıllarda bile.

Hastanede odasında yine yapayalnız gözlerini yumduğunu da öğrendik. İlk gecesini hastane morgunda ikinci gecesini İslâmköy Devlet Hastanesi morgunda geçirdi. Ankara’da vefat ettiği gecenin ertesi sabahı, kardeşi Ali Şener, Başkent Hastanesi’nin morgundan sessiz sedasız alarak İslâmköy’e götürdü. O iki gün boyunca bizim patron Güniz Sokak’taki evinde taziyeleri kabul ediyordu.

Bildiğimiz kadarı ile Türk-İslâm örfünde taziyeler, merhumun toprağa verilişini takiben olmaz mı?

            Bir elmanın iki yarısı gibiydik diyorsun, 65 yıllık hayat arkadaşımdı diyorsun. Niye yanında değildin, toprağa veriliş anına kadar? O mübarek kadın, bunu hak etmiyor muydu? Nazmiye Hanım’ın kardeşlerine olan düşkünlüğünü biliyordum. Ali Şener’in yanında olması onun yalnızlığını örtmeye yeter miydi?

            Devlet, eskortlarla Ankara’dan bir first layd’sini uğurladı. Kim bilir kendisi nasıl hayâl etmişti son yolculuğuna çıkışını. O, Süleyman Bey’i hiç yalnız bırakmamıştı, Zincirbozan’da sürgünde iken bile.

Dünyadaki, kendisi için o son gününde, 65 yılın hükmü yoktur artık. Eğer hayatını kaybeden Süleyman Demirel olsa idi; o son İslâmköy yolculuğunda ne mazereti olursa olsun, Nazmiye Hanım evinin direğini, birlikte çıktıkları İslâmköy’e tek başına gönderir miydi hiç ?

            Defin, mecburiyetler dolayısıyla gecikecekse, merhumun son gecesini evinde geçirmesi tercih edilmez mi Anadolu insanınca? Ben şahsen ahde-vefa kelimesine artık inanmıyorum.

            Saygılarımla.

 

Not : Hafta içinde eski dost Eczacı Erşan Şölen’i, dün de Ödemiş Belediyesi’nin emekli Muhasebe Memurlarından, kibar ve efendi bir kardeşimiz olan Ayhan Pekçetin’i ahirete uğurladık. Mekânları cennet olsun. Kederli eşleri ve çocukları ile Erdem Şölen kardeşime sabırlar diliyorum.