‘’Gökkubbenin altında büyük bir keşmekeş var ve vaziyet harika!"

Mao Zedung

****

Gezi parkı bir orta Anadolu şehri olan Kırşehirde olsaydı hiç sıkıntı yaşanmazdı. Şehri idare eden büyükşehir belediyesi emri verir, ağaçlar kesilir ve kentin mülki amirleri, ileri gelenleri ve de bilumum mutad zevatın oluşturacağı şehir protokolü tarafından törenle kasaba müteahhidine teslim edilir olur biterdi. İşbilir müteahhit de uygulanacak projeyi zamanında ve olabildiğince yolsuzluk denemeleri eşliğinde tamamlayarak yine aynı şehir protokolüne açılışı yaptırma raconunu kimseye kaptırmazdı muhtemelen. Ancak Gezi parkı Kırşehirde değil de, ülkenin en kalabalık, en kozmopolit, en şahane ve en belalı metropolü olan İstanbul’da ise işler değişiyor elbette.

İstanbul şehrinde yaşayan hemen her kesimden insanın ortak mekanı olan Taksim’in simgelerinden bir parkın, ülkeyi yöneten nobran zihniyet ile geriye kalanların amansız kapışma simgesi olacağını ve birikmiş kolektif öfkenin buradan patlayacağını herhalde taraflar bile öngörmemiştir. Halka karşı muhtelif alanlarda küstahlaşmayı çoğulcu demokrasi anlayışı sayan tüm muktedirlerin çarpacağı tesadüf duvarının bu seferki adresi Gezi Parkı oldu, yarına ise Allah kerim. Ülkeyi yönetenler yeni Osmanlı refleksi diye yutturmaya çalıştıkları eklektik ve sürrealist karmaşayı her konuya eklemlemeye çalışarak fetihçi zihniyete doğru hızla evrilirken, böylesi sakarlıkların son olmayacağı da aşikar.

Konunun öznesi itibarıyla (bknz: kendi halinde öylece orada duran Gezi Parkı) bu derece gürültü çıkaracak muhalif bir ortak alana dönüşeceğini hesaplamamış olanlar toplumsal maharetlerini bir kez daha gözden geçirmeli. Ülkeyi demokrasiye götürme iddiasında farklı çevrelerden ciddi toplumsal destek bulmuş iktidarın, bu yoldan çark edip kentleri ve içinde yaşayan insanları istilacı-müteahhit zihniyete teslim edemeyeceği sınanmış oldu. Bence bu sınama sonunda hem muktedir erkin hem de müesses nizamın öğrendiği en steril çıkarım; sivil kentliliğin gücünün İstanbul’da rüştünü ispat ettiğidir.

Kendisini toplumsal olayları tarihe not düşmekle görevli addeden Vak'a-nüvisler ne yazar bilmem ama, çevreci ve meşruiyeti sorgulanamayacak pasif direnişten nur topu gibi bir kaos yaratmayı başaran siyasi erki sakat demokrasi anlayışından ötürü yuhalamak suç falan sayılmamalı.

Her olumsuz toplumsal olayda ‘’çoğunluğun sesi’’ olduğunu hatırlatıp biat dışında ses duymak istemediğini naralar atarak ilan eden bir siyasi lider sorunludur ve yakın çevresi tarafından rehabilite edilmesi icap eder. Her konuda ki meşruiyet çizgisini halkın algısının ve vicdanının belirlediğini unutarak aynı halka ‘’çoğunluğun sesi’’ edebiyatı yapmak çifte ironi olarak dahi sempatik gözükmüyor oysaki. Siyasetin her tür süslü tanımdan azade salt algı yönetimi olduğunu bilen her aklı başında insan şu basit soruyu sormaz mı: Niye toplumu bu kadar gerdiniz ki?

Öte yandan ülkedeki en küçük toplumsal vakada bile enfekte olabilecek gayri meşru eklentilerin ferah feza hazırlanmış bu piyasaya arzı endam etmeleri kimseyi şaşırtmamalı. Birde CHP adıyla maruf muhalefetin yapay cumhuriyet mitingleri v.b ile haklı bir reaksiyonun peşine takılarak yancılığa kalkması ise siyasi bir yutturmaca olarak ‘’ hadi ordan ! ’’ azarlaması eşliğinde köşesine çekilecek gibi görünüyor.

Kürt siyasetinin alanlara inip ‘’omuz omuza dayanışma’’ göstereceğini düşünenler, bu konuda meşru ve haklı olan reaksiyon kadarını olumlayıp ardılı olan nümayişlere katılmayacaklarını ilan eden Kürt politikacılarının temkinli tavırlarını anlamış olmalılar....