Geçtiğimiz hafta gemi turu ile Yunan adalarına yaptığımız gezideki izlenimlerimin bir kısmını sizlere aktarmıştım. Bu yazımda da gezdiğim yerlerde dikkatimi çekenleri ve ülkemizdeki değerlerimizle kıyaslamasını yapacağım.
             Gezimin ilk uğrak yeri Dünyaca ünlü Santorini adası. Bu ada volkanik yanardağın püskürmesi sonucu oluşmuş. Santorinide sadece cüce üzüm bağları var. Zeytin olduğu söylense de tek bir cüce ağaç dışında zeytine rastlamadım. Adaya para akışını sağlamak ve dikkati çekmek için adaya liman yapılmadığından gemilerin adanın falezlerden oluşan kısmına yanaşmasına izin veriliyor ve küçük teknelerle gemiden adaya taşınıyorsunuz. Buradan da teleferikle adanın yerleşim alanına çıkıyorsunuz.Ha bir de hoş bir hatıra oluşturacak donkey (eşek) taksiler var bu iniş çıkışlar için. Adanın en yüksek noktasına kurulmuş yerleşim yerinde belki de yeryüzünde görebileceğiniz en hoş ve en sempatik mekanlarıyla karşılaşıyorsunuz. Kafelerden otellere, dükkanlardan sokaklara göz alıcı ama bir o kadar da sade. Kartpostallara giren görüntüler de buraya ait ve buradan aşağıya deniz manzarasını izlemek gerçekten çok hoş. Adanın diğer kısmında ise bildiğiniz kumsallar var. Yani liman olmayışı ve teleferikle adanın zirvesine taşıma yapılması sadece ticari mantıkla kararlaştırılmış. Fakat bunların dışında tek bir doğal güzelliğe rastlamanız mümkün değil. Adeta küllerden doğmuş bir anka kuşu Santorini de insanın istediğinde nasıl bir fark yaratacağını görüyorsunuz. Ülkemizde ise adeta hediye edilmiş doğal güzelliklerin heba olduğunu hatırladıkça içim burkuldu.
              Sonraki durak Mykonos’da ise adeta Bodrum’un sokaklarında geziyor gibisiniz. Burada da sadece insan elinin mahsulü güzel binalar, hoş döşenmiş mekanlarla karşılaşıyorsunuz. Adayı popüler kılan çıplaklar kampına ve eşcinsellerin sosyal ortamlarına mizacım gereğince gitmeyi düşünmesem de adada bulunduğumuz vakitlerin gece olması sebebiyle bu ortamları izleyici olarak da görme fırsatım olmadı. Ancak burada da doğal olarak sizi çeken bir şeylere rastlamak mümkün değil.
            Son durağımız Yunanistan’ın başkenti Atina oldu. Atina’nın Pire limanından en merkezindeki Akropol’e kadar araçla bir gezi yaptık. Akropol neredeyse tüm Atina’yı tepeden izleme fırsatı sunuyor. Atina’da bir İzmirli olarak hiç yabancılık çekmedim çünkü gerek mimarisi gerek halkın dış görünüş ve davranışları ile İzmir’e çok benzediğini söylemek mümkün. Akropol’ün eteklerinde oluşturulmuş alışveriş merkezleri ve sokaklara taşan dükkanları Kemeraltı’nda olduğunuz hissi uyandırıyor. Halkı da son derece sıcak ve ilgili. Bizden hiçbir farkını hissedemediğimiz Atina halkıyla birlikte yan yana yürüdüğümüz Atina sokaklarında Yunanca yazılar ve konuşmalar da olmasa yabancı nolduğumuzu biz bile fark edemeyecektik. Hele bizi limandan Akropol’e götüren taksici Niko ile Kordon’da taksisiyle müşteri bekleyen taksici Nihat arasında hiçbir fark olmadığını görünce hem şaşırdım hem sevindim. Müşteri kapma telaşıyla birbirlerine el kol hareketleriyle bir şeyler söylerken yüzümde oluşan gülümseme “iki halkın birbirinden farkı olmadığının” farkına varmamdandı. Akropol civarındaki dükkanlardan birine girdiğimizde bizi karşılayan iki Yunan kızı bizimle İngilizce konuşmaya çalışırken bana Fransız olup olmadığımı sordu. Ben Türk olduğumu söyleyince yüzlerindeki ifade ve davranışlarındaki sıcaklık öylesine netti ki sanırsınız eski bir tanıdığımız ya da akrabamızla karşılaştık. Özel ilgi görmekle de kalmadılar kızım Sude’yle ortak dil İngilizce üzerinden anlaşmaya başladılar. Bir süre sonra ise biz onlara bazı kelimelerin Türkçe karşılıklarını öğretirken biz de Yunanca bir şeyler öğrendik. Sıcak ortamdan ayrılırken de Avrupa’nın başka ülkesinde rastlayamayacağınız bir şey oldu ve kızlar Sude’ye güzel bir bileklik hediye ettiler.
                Bizi Akropol’e götüren taksici Niko’yla yol boyunca yaptığımız sohbette benim Selanik ve Arnavutluk’tan gelen atalarımla onun buradan Yunanistan’a gitmek zorunda kalan atalarının kaderlerinin aynı oluşu beni duygulandırdı ve hüzünlendirdi. Niko da benim kadar Ege’li, benim kadar bu toprakların bu kültürün çocuğu, ne aramızda bir sorun var ne de sorun olabilecek bir mesele var. Anlaşılıyor ki tek sorun tepedeki birilerinin taşları yerinden oynatmak istemesi ve bunda iki halkın da tek bir suçu yok.
               Kısa gezim sonunda gördüm ki Cennet yurdumda bize armağan güzellikleri bırakın yüceltip değerlendirmeyi, korumakta bile zorluk çekiyoruz. Yoktan bir turizm cenneti oluşturan komşumuz bu konuda bizden daha ileride. Yine gördüm ki iki halk komşudan bile öte ve bunca zaman sonra bile yaşanan onca olumsuzluklar aramızdaki sıcaklığı yok etmemiş. İki komşudan öte halkın geleceği adına çok umutlu olduğum bu izlenimlerim göz zevkime hitap eden tatilden daha büyük tat bıraktı içimde. Umarım yakın gelecekte hem halkların barış, birlik ve dayanışma içinde yaşadığı günleri hem de ülkemizin hazinelerine hak ettiği değeri verdiğimiz günleri görürüz.
             (Yoğun istek üzerine yazma ihtiyacı hissettim, “Pembe Dizi tadında” yazı dizisi Bayram’dan sonra kaldığı yerden daha yüksek tempoyla devam edecek) Bayramınız şimdiden kutlu olsun.