Davranışlar, zihinden değil,
Gönülden olmalı…
Zihinden alınırsa, zihinler bir gün boşalır.
Ama gönülden alınırsa;
Tekrar dener, tekrar dener, tekrar dener…
 
Özgüvenli çocuklar yetiştirmede, aile içi iletişimin önemi olacak bu haftaki yazımın konusu…Başlayalım…
Çocuğun çok ödüle boğulmaması gerektiğini düşünüyorum. Zira böyle şımartılarak büyüyen çocuklar artık doyumsuzluğa ulaşıyorlar. Hiç bir oyuncak veya bilgisayar gibi değerli bir eşyasının kırılması, yere düşürmesi onun için değil üzüntü duymak olabildiğince umursamazlıkla karşılayabiliyor.
Bu ve buna benzer olaylar doğal oluyor artık onun hayatında. Kıymet bilememeyi marka sevdası da öldürüyor.
Kendi yaşamında var olmak, var olduğunun farkında olması gerekir çocuğun.
Eğitim her engeli aşar…
Örneğin, şehrimizin en mutena semtlerinin, bahçe duvarları ile öğrenim gördüğü kutsal bir mekân olan okulların bahçe duvarları rengârenk sprey boyalarla hiçbir mantığı olmayan yazı ve şekillerle kirletiliyor.
Gençler tarafından.
Birkaç yıl önce, üniversiteye gönderdiği yüksek öğrenci sayısıyla şehrimizin iftihar kaynağı bir lisemizin o günkü müdürü ile bir dost meclisinde yeni nesil gençlik konusunda görüşme fırsatım olmuştu. Yüreğimi kanatan bir çok hususu bir eğitimci ile konuşma fırsatı bulmuştum. En yakın bileninden öğrenecektim, nice bilmediğim, duymadıklarımı. Heyhat ki; daha kötü örnekler duyup bu konudaki kötümserliğim artmış oldu. O sohbetten bugün hatırımda kalan bir örnek olay haklılığımı sizin de paylaşmanızı kolaylaştıracaktır.
Bu hocamız da yaşının en verimli döneminde emekliliğe kaçtı adeta. Yukarıda şehrin, okulların duvarlarındaki yazılardan bahsetmiştim. Kendini bilmez gençler tarafından bu güzide okulumuzun bina içindeki koridorların duvarlarının yakışıksız yazı ve şekillerle kirletildiğini yana yakıla anlatmıştı. Yapanları tespit etmelerine rağmen bir cezai uygulamadan bahsedemedi. Ben de ısrar etmedim öğrenmek için. Ama mutlaka hatırlı birilerinin çocuklarıydı. Okuldan uzaklaştırmak gibi çocuğun hayatını karartacak ağır bir ceza yerine, velisi çağırılıp duvarların yeniden boyanması için yapılan masraf tahsil edilmeliydi. Bizim insanımızın canını en çok parasal cezalar acıtır. Hatta polis marifetiyle savcı karşısına çıkartılıp, acele bir mahkeme kararıyla, okulun zarar ziyanı ödetilme, kamu malına zarar verme suçunun ne olduğu bu tür terbiye noksanı çocukların ailelerine, topluma ibret olması açısından iyi bir örnek olur kanaatindeyim. Bu tür gençlerden birkaç örnek daha:
Zaman zaman, stadyumun arkasındaki çamlıkta yürüyüş yapıyorum. Pek çok defa yürüyüş parkuru içinde yürürken yanınızdan 13-14 yaşlarında bir çocuğun elektrikli motosikletiyle hızla geçtiğini görüyorsunuz. Sizin irkilmeniz ona haz veriyor, keyifle kahkaha atıyor. Aynı yerde banklarda aynı yaşlarda kız-oğlan sarmaş dolaş öpüşüyorlar. Bir keresinde 10’ncu turu atıp gitmeden bunca zaman hiç istifini bozmayan gençlere; ben utandım, siz utanmıyorsunuz diyebildim. Dayak yemeden ayrıldım. Artık Çamlık’tan da soğudum, gitmiyorum.
Pek çoğumuz çevremizden duymuşuzdur, özellikle öğretmen dostlarımızdan. Yetişme çağındaki okullu çocuğun yanlış veya ahlâk dışı bir davranışını anne-babaya iletip; ikaz, tedbir, nasihat vb.ne derseniz deyin çocuğun uyarılmasında gerekli ve gayet normal olan bu tür bir ikaza, öğretmen ve okul yöneticilerine anne-babaların cevabı maalesef “Benim çocuğumun terbiyesi senden mi sorulur” şeklinde oluyormuş.
Gençlerin yaptıkları hemen her şey yanına kâr kalıyor. Bu da ileriki yaşlarında anne-babaya, eşe, topluma karşı çıkma ve de sonucunda şiddete dönüşüyor ne yazık ki.
İyi aile eğitimi almış çocuklar yok mu? Elbette varlar. Bir de iyi eğitim yuvalarında, diyanet ve çeşitli cemaatlerin himayesindeki yurtlarda kalıp, öğrenim hayatına devam eden evlâtlarımız çok iyi yetişiyorlar. Cemaat karşıtları ne derlerse desinler vatan, millet, insan sevgisiyle yetişiyorlar. Allah sayılarını arttırsın. Öğretmenlerinden Allah razı olsun.
Bir de son yıllarda tek çocukla yetinme konusu var. Bu ailelerin çocuğu genellikle sevgiden, paylaşımdan, ilgiden mahrum büyüyorlar. TV’ler çocuk susturma aracına dönüştü. Anne veya evdeki bakıcı oturtuyor TV karşısına çocuğu işlem tamam. Öyle olmasa çocuk soru soracak, anneyi, bakıcı kadını meşgul edecek. Anne işten gelmiş yorgun, daha yemek yapacak, evin erkeği gelecek, genç babalar ki, belki toplumun yarısını oluşturuyor. Evini lokanta ve otel gibi kullanıyor. Yemeğini yiyip, kahveye konken oynamaya, kulüp lokaline, birahaneye gidecek acelesi var. Ayaklarını TV karşısına uzatıp, yemek daha hazır değil mi? Diye bağıranına yorgun eşi sesli olmasa da zıkkımın kökünü ye cevabı aldığı muhakkak. Sesli olsa büyük ihtimal dayak yemek de var plânda. Ha.. bu tür ailelerde çalışan kadının maaşını da evin erkeği alıyor. Böyle bildiklerim var. Eşler arasında diyalog maalesef yok. Yetişen çocuk mu? Etrafınıza bir bakın 13-17 yaş arası hiçbir şey bilmeyen, umursuz, gayesiz nice kazma genç göreceksiniz. Diş macununun tüpünü sıktığımızda, çıkan macunu nasıl tüpün içine tekrar geri sokmak mümkün değilse, bu gençliğin islâhı mümkün mü? Kaybedilen gençliğin asıl suçlusunun biz ebeveynler olduğu konusundaki düşünceme katılırsınız umarım.
Geçen hafta İzmir’de kızıma misafir oldum. Karşıyaka’da eczanesi var. Eczaneye uğradığımda büyük şehir insanını da gözleme imkânım oluyor. Şahit olduğum bir olayı hemen burada sizlerle paylaşayım. Konu ile pek ilgisi yok gibi görünüyor ama söz konusu kişi genç bir anne. Elinde çocuğu, ilacını aldı. Hiç ilgisi yokken, konuyu siyasete getirdi. Dindar ve din düşmanlığı kimliğini adeta haykırıp ülkenin Başbakan’ına, ettiği sözü affınıza sığınarak yazıyorum: “Bağırsakları parçalanır inşallah” Oysa ki, o Başbakan ve iktidarı bu ülke insanına hayal edemeyeceği yalnız sağlık alanında nice imkânlar sundu. Refah seviyesi yükseldi. Bu tür insanların yetiştirdikleri çocukları varın siz düşünün. Bir şey daha duydum ki, insanlığın ne derece kokuşmuş olduğu sırıtıyor bu örnekte.
Şimdilerde İzmir’de anneler (hadi bazıları diyelim) çocuklarına, toplu taşıma araçlarında uyacakları kuralları (!) bakın nasıl değiştirmişler;
 “Çocuğum, sen okula ve dershaneye gidip-gelirken toplu taşıma araçlarında; büyüklere, yaşlılara, hamilelere yer vermek zorunda değilsin! Okulda, dershanede yoruluyorsun. Elinde kitaplarının ağırlığı var. Onlar konfor istiyorlarsa taksiye binsinler!”
Son olarak, trajik bir örnek: genç bir öğretmen beyefendinin emeklilik hakkını kazandığı gün istifası var. İşte sebebi. Kendi ağzından dinleyelim:
 “25-30 yaş kuşağındaki hemen her şeyi bilen (!) anneler sebep oldu emekliliğime. “Nasıl yani diye sormaya fırsat kalmadan devam etti” Basit bir ödev için çocuğunun çoktan yatması gereken saatte 22.00’de zırt telefon. Yine daha da alâkasız, yakışıksız, manasız çocuğa ait bir soru için gecenin bir vaktinde yine telefon.”
Ayrıca bu tip anneler çocuklarına evde içiremedikleri ilâçları için ilâcı alıp okulun yolunu tutuyorlarmış öğretmen içirsin diye. Bu durumda ruh sağlığı bozulan öğretmenin iyi ki emeklinin günü gelmiş ki, kurtulmuş.
Sizce yetişen gençlik nasıl olur?
Saygılarımla.