ŞERİF  AĞA  HANI
SARAÇLAR  ÇARŞISI  (1953-54)
Kahveci Mehmet Bey dedemdi. İki kızı vardı. Rahmetli annem ve rahmetli teyzem  Memduha Simitli (Ödemiş Belediyesinden emekli Mehmet ve Hasan Simitli’nin anneleri.)
Dedeme Bey diye hitab edilmesinin sebebi, yaşadığı dönem insanlarının nezâketinden olsa gerek. 1890 doğumluydu. 30 yaşına kadar, her Anadolu erkeği gibi ömrü Osmanlı Coğrafyasının sınır uçlarında harbe gitmiş. Yazı Mahallesi’de otururduk (Bengisu Mah.) Yazı Mahallesi denilmesinin sebebi, Ödemiş’in aşağı mahallelerine nazaran yüksekçe oluşu dolayısıyla yazın oturulacak mahalle anlamına gelirdi. Bengisi Mahallesinin orta kısımları, eski istasyona göre 20 metre yüksekliktedir. Ben bu yazımla dedemi anlatmayacağım, aslında. Eski Ödemiş’i tasvir etmeye çalışacağım. Bana bu ilhamı veren, özellikle Belediye Başkanlarımız Mahmut Badem ve Bekir Keskin dönemlerinde eski Ödemiş’e ait resimlerin gün yüzüne çıkarılması olmuştur.
Dedem, Çanakkale Savaşları’nı müteakip Bengisu Mahallesi’nden iki arkadaşı ile üç kişi Ödemiş’e dönmüşler. Birini tanırdım, Kumaşların Rifat, üçüncüyü bilmiyorum.
Nasıl şimdi, Katırcı Sokağı (Manyas Caddesi) eski halini kısmen muhafaza ediyorsa, çocukluğumun geçtiği Saraçlar Çarşısı vardı. İki otomobilin yan yana geçemeyeceği. Otomobil dediğime bakmayın. 65-70 sene evvel Ödemiş’de kaptıkaçtı denilen, şimdiki minibüslerin biraz büyüğü ile Kamyonlar vardı (çok az) Bu tip araçlar Saraçlar Çarşısından geçeceği zaman biri ya, şimdiki PTT. Binasının olduğu yerde bekler, diğeri karşı taraftan geliyorsa Telekom’un şimdi bulunduğu binanın az berisinde beklerdi. Postane şimdiki Akbank’ın olduğu yerdeki iki katlı binanın üst katında idi. Alttaki dükkân şapkacı Şükrü İmer’e aitti (rahmetli kardeşim Bedri İmer’in babası.) Telekom Binası’nın olduğu yer Ekin Pazarı idi. Burada Dinî Bayramlarda çocuklar için Dönme Dolaplar – Salıncaklar kurulurdu. Oraya Bayram Yeri denirdi. Şimdiki Kasap Hali’nin aynısı. Çelik Konstroksiyon yani. Bu madeni yapılardan bir tanesi Bengisu alt otoparkın olduğu alanda idi, Buraya Mahsul Pazarı denirdi. Yani Köylünün ürettiği sebze, meyve, patates ve dışarıdan gelen ( o da çok az portakal vb.) satılan kapalı pazaryeri. Bir de Kendir Pazarı vardı. Yıldız’daki katlı otoparkın olduğu yerde. Kendir, Kenevir çok ekilirdi ovamızda. Herhalde bataklık denebilecek şimdiki Karakova muhitinde. Urgan işlenirdi bu kendir ile. Urgancılık hayli ileri idi. Şimdi Tire’de yaşatılmaya çalışılan meslek. Zaten bir de tütüncülük vardı. Tütün sulak yer istemediğinden, kır taban denilen arazilerde üretilirdi. Aşağı yukarı her evin küçük bir bahçesi olduğundan; domates, biber gibi ürün evlerde yetişirdi. Evlerin bahçelerinde limon, portakal, erik, şeftali ağacı mutlaka bulunurdu.
Şaraçlar Çarşısını anlatırken nerelere geldik. Malûm Saraciye deri işlemesi oluyor. Bunlardan çarık, hayvanların semerleri falan yapılırdı. Çok da semerci vardı. Bu çarşı şimdiki tam Fatih Caddesi’nin bulunduğu yere tekâbül eder. Bu caddenin büyük camii uzantısı aynen duruyor. Karşı’daki dükkânların hepsi yıkılıp, geriden tek tip binalar yapıldı. Şimdiki Vakıfbank’ın karşısındaki sarraf dükkânın yerinde Helvacı Nuri’nin (Akkol) dükkânı vardı. En sonda da şimdiki Nur Pidenin ön tarafında da Manifaturacı İsmail Beyin dükkânı. Oğulları Hüsamettin ve Saadettin Beyler işlettiler sonra. Sadettin Ağabey bizim 20 li yaşlarımızda arkadaş-ağabeyimizdi. Grant giyinirdi ve yakışıklıydı. Onların dükkânının yanında Manifaturacı Nazmi Genev vardı. Sonra oğlu Vecihi Genev şimdi de torunu işletiyor sanırım dükkânı. Beri başta helvacı Nuri’nin sırasında Doktor Muammer Kamalı’nın babasının manifatura dükkânı, Terzi Süreyya (tüccar terzi denirdi bu tür ünlü terzilere) zira top top kalite kumaş bulundururlardı. Alev Coşkun ağabeyimizin babasıdır. Yine ayni sırada Avukat Habip Şen (Başar, Cumhur ve çok güzel bir kız olan hostes Nuray’ın babası. Habip bey Hukuk Fakültesi mezunu olmayıp bir kanunla Adliye Başkâtiplerine verilen hakla Avukatlık yapan, çok şık giyimli fötr şapkalı idi ve kibar bir kişiliğe sahipti. Kardeşi Nafi bey ile çalışırdı. Yine ayni sırada sınıf arkadaşlarım Yüksel ( Altınova Spor Kulübünde oynayan futbolcu idi, sonra Ödemiş İş Bankası’nda çalıştı, İzmir’de oturuyor.) Sınıf Arkadaşım; Önder Köymen’in (Avukat- İzmir’de)  babaları Arzuhalci Nihat Köymen’in yazıhanesi vardı. Çok enteresandır, Nihat Köymen’in yazıhanesinde bir levha vardı ve şöyle yazıyordu. (Akıl danışmak 5 liradır.) Yani bu arada hem bilgisini satıyor, hem boş yere kendisinin meşgul edilmesini önlüyordu sanırım bu levhadaki söz. Arzuhal, halini arzetmek manâsına gelen bir meslekti. Zamanımızda Tapu Takip işleri, dilekçe yazımı yapanlara denk düşer. Hadi o zaman halk cahildi, günümüzde, lise mezunlarının acaba ne kadarı dilekçe yazabiliyor? Ayni Caddede eski Başbakan’lardan Şükrü Saracoğlu’nun kardeşinin de saraç dükkânı vardı. Nihat Köymen’in Yazıhanesi’nde ilginç tabelâ ile bazı ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını kıyaslamayı unuttuk; o yıllarda, Ekmek 25-35 kuruş, yarım ekmek (kebap-ekmek) 50 kuruş. Gazetelerin 15 kuruş olduğu düşünülürse, siz hesaplayın artık uyanık Köymen’in cebine gireni. Ben şimdilerde 75 yaşındayım, bir şey soran olsa da anlatsam, faydam olsun insanımıza diye hayıflanırım hep üstelik bir karşılık da beklemeden. Kimse sormaz. Bunca birikimim bir gün toprak olacak hiç kimseye faydası olmayan.
ŞERİF AĞA HANI…
Bu hanın büyüklüğünü ifade etmek için önce kapılarından bahsetmek gerekir. Büyük bir kapısı şimdiki hamamın yanında, bir diğeri de cadde üstünde, Çankaya kebapçısının olduğu yerde idi. Şimdi hanın sahiplerinden ve animasyon filmlerde görülen iç çeşitliliği ve zenginliğinden söz etmek istiyorum..
Şerif Ağa, rahmetli Mesut Albay vardı, onun babası idi.Torunu; benim aziz dostum, Ödemiş Musiki Derneği’nin Usta Sazlarından Ney Üstâdı Onur Gültepe Öğretmendir, emekli oldular Birgi’de oturuyorlar.
Saraçlar Çarşısı’nın ortasında bulunan kapısından girildiğinde Çay Ocağı ve Hanın İdare Odası vardı. Dedem Kahveci Mehmet Bey (Kocaırmak) Şerif Ağa’nın vefatı sonrası hanı kiraladı. Geniş bir alan çevresinde, Hayvanlara Nal takan, Nalbur ile büyükçe bir saman damı vardı. Samanlar mevsiminde buraya depo edilir, hayvanlarını bağlayan müşteriler, yem olarak satın alırlardı. Hanın Kapı Ağzında mevsiminde yine hayvanlar için yonca satardık. Günlük fiatlar: Eşek 25 Kuruş, Atlar için 35 kuruş alınırdı. Büyük damlara o zamanların yük taşıma işini gören develer de bağlanırdı. Devenin fiyatını hatırlamıyorum.
Saraçlar Çarşısının dükkânlarına simetri halde, hanın iç tarafında, iki katlı her katta 8-9 odası bulunan bir binada, sıralanan Han odaları vardı. Yıldız Oteli civarındaki hanların günlük müşteri aldığını biliyorum (otel yokluğundan). Bizim hana günlük müşteri alınmazdı. Odaların her birinde bir aile kalırdı. Bunlar Roman vatandaşlarımızdı. Erkekler ayakkabı boyacılığı, hamallık yapar, kadınları dilenirdi. Zaman zaman kadınlar kendi aralarında kavgaya tutuşurlar ve bu kavgalarında erkeklerinin nasıl hovarda olduklarını, kavga ettiği karşısındaki kadını bile elde ettiğini küfürlü ve seks içeren kelimelerle ifade ederlerdi. Hanın kâhyası Kocabıyık (adını kimse bilmezdi) onları ayırabilen tek kişi idi. Kocabıyık, dedemin, bebeğini dünyaya getirirken vefat eden ilk eşinin ağabeyi imiş. Saman satışı ona ait idi. Dedem kayınbiraderini hiç bırakmadı.
Dini Bayramlarda, Ekin Pazarına kurulan Bayram yeri dışında, bizim hana cambazlar gelirdi. Geniş alana onların telleri gerilir, çoluk çocuk, tabii büyükler de bunları seyre gelirlerdi. Onların girişi hanın Hamam tarafındaki kapıdan olurdu. Cambaz Kumpanyasının adamı kapıda giriş ücreti alırdı. Bu kapının tam karşısında Ödemiş İtfaiyesi ve Zabıta Amirliği vardı. O günlerin Zabıta Amiri Hulûsi Kentmen cesametinde Mehmet Esmioğlu idi. Benim Sevgili Kardeşim, evlâdım Musiki Derneğimizin Kanun Sanatçısı Mehmet Esmioğlu’nun dedesi, rahmetli sınıf arkadaşım, öğretmen Çetin Esmioğlu’nun babası idi. Kayıklı bir Motosiklet onun makam aracı idi. Motosikleti Zabıta Memuru rahmetli Sarı Muzaffer (Subaşı) kullanırdı. Muzaffer Subaşı, al’a yakın sarı saçları ile Holywood artistlerine benzerdi. Saraçlar Çarşısı’nın dükkânların tamamının arkasında futbol sahası büyüklüğüne yakın boş bir alan ile hayvan damları olan “ Şerif Ağa Hanı “ vardı. Hanın, geniş ve yüksekliği olan iki kapısı vardı. Biri bu saydığım dükkânların tam ortasına gelen yerde. Diğer kapı, Hamamın olduğu yerin yanında idi. Dükkânların sırasında olan kapı, yaz aylarında şahane serin olurdu..Ben 12-13 yaşında idim. O han kapısının içinde bir esnaf kahve ocağı işletirdi dedem. Bir sandalye ancak konulacak kadar küçüktü. O zamanlar buz dolabı yoktu. Çay 10 kuruş, kahve 15 kuruştu. Ben, elimde terazinin içine konan çay, kahve, su servisini çarşı boyunca yapardım. Çok iyi hatırlıyorum, hani nargile içilen yerlerde küllük içinde ateş getilir ya, çay, kahve ısmarlayan mekânlardan bazıları sigaralarını yakmak için, ateş isterler, ben o terazinin içinde ateş de götürürdüm. Yol boyunca dükkânların üst tarafında uzanan  bir kalınca ipin, bir ucu kahveye bağlı çanı çaldırırlar, biz hanın kapı ağzına çıkıp bağırılarak verilen siparişi alırdık. Ocakçı Fahrettin Ağabey, ateş isteyenlerin ekserisinin manifaturacı Akseki’li olduklarını söylerdi. Düşünebiliyor musunuz, iyi durumda esnaf oldukları halde tutumluluklarından (siz pintilik de diyebilirsiniz!) kibrit veya çakmak bile bulundurmazlardı. Bol bol su da taşırdım esnafa, tabii çeşme suyu. Burada Ödemiş’i hiçbir dönemde susuz bırakmayan Belediye Başkanlarımızın tümünü şükranla anıyorum. Allah onlardan razı olsun. Ebedi Aleme uğurladıklarımıza rahmet diliyor, hayatta olan Belediye Başkanlarımıza sağlıklı itibarlı uzun ömürler diliyorum.