Ahmet bey kasabanın oldukça varlıklı tüccarlarındandı. Şakacı, çevresinde de  sevilen bir kişiydi. Ne var ki, son zamanlarda iyice artan kırtasiye işlerinden neşesi kaçmıştı. Yazım, çizim, fatura hiç ona göre işler değildi. 
Bu işlerden kurtulmak için, yeni bir eleman aldı. Okulu yeni bitirmiş bir kız. Çalışma yaşamına ilk kez atılıyor ama, çalışkan ve yetenekli. Kız bir kaç günde yazımdır,  çizimdir hepsini düzene koydu. 
Ahmet bey işlerin yine tıkır tıkır yürümeye başladığını görünce çok keyiflendi, eski neşesi yerine geldi. Yine sağa sola şakalar yapmaya başladı.
Üç beş gün sonra, kız bir iş için çarşıya çıkacaktı. Ahmet Bey’e çarşıdan bir istediği olup olmadığını sordu. Ahmet Bey meyveyi ve özellikle armudu çok severdi.  “Gelirken iki kilo armut al” dedi. Kız “Peki” dedi. Tam kapıdan çıkacaktı ki, Ahmet Bey “Aman ha!  iyisinden olmasın” diye ekledi.
Kız bu son söze bir anlam veremedi, bir şey de demedi. Yola koyuldu, hem yürüyor hem düşünüyordu. Peki niçin iyisini değil de kötüsünü alacaktı? Düşün düşün, işin  içinden çıkamadı. Babası çarşıda esnaftı, doğru onun yanına gitti. Olayı en baştan anlattı: Durum böyleyken  böyle. 
Babası patronları iyi tanıyor olmalıydı:
- Bak yavrum, dedi, bu zengin takımı böyledir. Bir kuruşun hesabını yaparlar. Yemez içmez biriktirirler. Nasıl zengin oluyorlar sanıyorsun? Karınlarını çerçöple doldurur, beslendik sayarlar. Sen onun söylediğine bakma, en iyisinden al ki, midesi kırk yılda bir  bayram etsin. Farkını ben öderim.
Kız gitti, en iyisinden iki kilo armut aldı.  Ahmet Bey armutları görünce, bayıldı. Yemek bir yana seyrine bile doyamadı. Neşesi daha bir arttı, sonra şakasını sürdürdü, kızın yüzüne bakıp:
 -  Armudun iyisini ayılar yermiş, biliyor muydun?
Kız ne diyeceğini bilemedi. Kötü bir şey mi yaptım, yanlış mı yaptım, diye düşünürken, Ahmet Bey: 
-  Onun için “İyisini alma” dedim. 
Kız hiç bir şey demiyor, sonu ne olacak, diye bekliyordu. Ahmet Bey muzipçe devam etti: 
-  Bak sen ne güzel kötüsünü almışsın. Aferim sana!