İntihar vak’aları toplumumuzun kanayan bir yarası. Çoğunlukla, intihar eden ünlü bir ismin veya tanıdık birinin ardından gündeme gelen intihar olayları, hiç beklenmedik bir şekilde yakın çevremizde de gerçekleşebilir.
Peki, hayata kapıyı çarpıp giden ve psikolojik sıkıntı belirtileri gösteren kimselere karşı nasıl davranmalıyız. Bu yazımda konunun uzmanı doktor ve din adamlarından da alıntılar yapacağım.
Yazacağım konunun ağırlığının bilincindeyim.
Lütfen yazıyı sabırla sonuna kadar okuyun. Zira sizi veya bir yakınınızı ilgilendiren bir yönünü mutlaka bulacaksınız. Özellikle geride bırakılan gözü yaşlı ve evlât, ana-babalar dışında; bir de İş Hayatındaki intiharların sebep olduğu, kefaletler sonucu hayatı kararan nice insanlar var. Onlardan genellikle söz edilmez, ölenin hatırasına saygısızlık addedilir. Öyle değildir. Vahşi Kapitalizm, daha çok kazanmak hırsı, ticari zekâdan yoksun olduğu halde bilinçsizce iş büyütme hevesi vb. pek çok sebebe değineceğim.
Öncelikle, mutsuz evlilikler, karşılık bulamayan aşklar ,geçim derdi, genellikle kredi kartlarının aşırı tüketimi körüklemesi, uyuşturucu kullanımı, iman zafiyeti ve daha pek çok sebep hayatın bu en acı sonla neticelenen acısının başlıca sebepleri arasında yer alıyor.
Son zamanlarda gerek yakın çevremizde, gerekse yurt genelinde hayli artan intiharların ayrı ayrı sebepleri var elbet. Ülkemizin kanayan bir yarası intiharlar kimi zaman ardında bir sır perdesi bırakarak unutulmaya yüz tutsalar da değişen kişilikler ile toplum hafızasında sürekli tazeliğini koruyor, bir yenisi gerçekleştiğinde acılar tazeleniyor. Dramatik, aile içi sorunların sebep olduğu intiharlar önceliği alıyor.
Genç kızlarımız ve kadınımızın hassas yapısı gereği yüzdelik oranı intiharlarda genç erkeklere nazaran daha çok yaşanan bir gerçek.
Hayatı ve sevenlerini aniden terk edenler, ardında gözyaşı döken onlarca insan bırakırken; konunun uzmanı doktor ve psikologlar, intihar vakalarının bir çoğunun geçici travmalar esnasında olduğunu dile getiriyor. İntihar edip kurtulan insanların neredeyse tamamı da kalkıştıkları bu hareket için pişmanlık duyuyor. Burada bir acı gerçeği dile getireceğim. Bizim toplumumuzda gerek aile içi gerek sosyal hayatta iletişim yok denecek kadar az. Örneğin, kız çocuğumuzu evlendiriyoruz. İş onu beyaz gelinlikler ile beline kırmızı kuşağı bağlayıp uğurlamakla bitmiyor. Belki canımızı emanet ettiğimiz delikanlı tanıma safhası olan nişanlılık döneminde, kişiliğini sakladı, bilemeyiz. Onun için yavrularımızı yuvadan uçurduktan sonra da adeta şemsiye gibi üzerlerinden özellikle manevi ilgiyi eksik etmeyeceğiz. Ellerine yaktığımız kınalarla evliliğin meçhullüğüne gönderdiğimiz, özellikle kızımıza önceleri sembolik addedilse de çıktığı ana-baba ocağına, başına ne gelirse gelsin sığınacağı evin anahtarları verilmeli.
Günümüzde özellikle kızlarımız da artık gördüğü tahsil sonucu ekmeğini kazandığı bir mesleği veya okumasa da bir iş sahibi olabilme şansına sahip. Lise mezunu olsa da hiç yüksünmeden evlere temizliğe giden saygı duyulacak çok kadınımız var. Kimi bir mağazada satış elemanı, kimi çiçeğe gidiyor, kimi salça fabrikasına, kimi turşu yapımına. Çok da işsiz evlâdımız da var. Yoksulluk da intihar olaylarındaki önemli etkenlerden önde geleni. Konu dışına çıkacağım ama yazmak zorundayım; maalesef Ödemiş’li zenginlerin pek çoğu bankalarda yatan milyonlarını ekonomiye kazandırmıyorlar, iş kurmuyorlar, fabrika desen hak getire. Bilmiyorlar ki, geride kalanlar o serveti har vurup, harman savuracaklar. Şehrimizden çok örnek verebilirim ama hem yakışmaz hem hukuki manada kişi haklarına saygısızlık olur.2000 yılında ÖGİAD. (Ödemiş Genç İş Adamları Derneği) olarak ziyaretimizde Ödemiş Kaymakamı Erdoğan Beyin, bize söylediklerini anlatayım kısaca. Ödemiş Bankalarında yatan mevduat hakkında. Bizim ziyaretimizin hemen öncesinde şehrimizdeki Banka Şubelerinin Müdürleriyle bir toplantı yapıyor. Mevduat tutarı dudak uçuklatacak cinsinden.4 Katrilyon 300 Trilyon. Bu günkü paraya siz çevirin. Bu parayla 100 kişinin çalıştığı 100 tane fabrika kurulur. Ödemiş’imizde öylesine zenginler var ama kıymeti yok. Konumuza dönecek olursak;
Genç kızlarımız bekâr veya evli olsun, önce şunu bilmeliler: Hiç bir erkek, o güzelim hayata son verdirecek derecede mükemmel, vazgeçilemez değildir. Bir genç kızın veya kadının hayatına son vermesine sebep olan alçak kişi: vicdansız, merhametsizin biridir. Ömür boyu da vicdan azabından kurtulamayacaktır. Ah be evlâtlarım, vurun kıçlarına tekmeyi, evlenecek başka erkek mi yok. Evlenmesen de özgürlüğün kıymetini bil.
İntiharın önlenmesinde en büyük faktörün Allah inancı, sağlam bir itikat olduğunu vurguluyor, ilim adamları. Sağlam inancın depresyonu da önleyeceğini ifade ediyorlar. Fakat, bazen öyle ağır depresif vakalar olabiliyor ki hastanın bu inancı onu intihardan kurtarmaya yetmeyebiliyor. Bu tıbben kanıtlanmış bir durum. Psikologlar, intihar edecek kimselerin çoğu kez hayatın çekilmez ve dayanılmaz olduğuyla ilgili sitemlerde bulunduklarına ve bu veryansın etmelerle kendilerini belli ettiklerine dikkat çekiyorlar. Yine psikologların verdiği bilgiye göre kişi sorumluluklarını yerine getirmiyorsa veya son günlerde dikkat çekecek derecede plânlı ve programlı davranıyorsa bunlar intiharın belirtileri olabilir. Sanki bir yere gidiyor da birilerine vasiyet bırakıyor gibi bir tavır aldıysa, birdenbire bunlardan bahsediyorsa veya sosyal medyada paylaşıyorsa. Dr. Nihat Kaya “İntihar düşüncesi olan kimselerin çoğu bunları anlatır. Bunun dışında hastaları anlayışlı, şefkatli insanlarla tanıştırmak da iyi niyetli bir girişim olabilir.” diyor. Elbette bir hekime veya psikoloğa başvurmak gerekir.
Burada araya girip farklı bir konudaki fikrimi belirtmek istiyorum. Hani gençler kanka diyorlar ya, bu koskoca bir yalan. Kendi hayatımda dost bildiklerimden, ne hüsranlar yaşadığımı belki bir başka yazıda sizlerle paylaşırım. Hani, kimileri ben iyi bir dinleyiciyimdir derler ya, öyle birini bulursanız bana da haber verin! O, ruhumuzu okşayan güzel söz aslında TV dizilerindeki repliklerden başka bir şey değildir. Dinlemeyi bilmeyen bir toplum olduk. Dertleşmek, yaraya merhem olmak hak getire. Böyle bir insan yapısına dönüştük ne yazık.
İstanbul Üniversitesi Din Psikolojisi Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Atalay, intihar etmenin ötesinde intiharı meşru bir kurtuluş yolu görmeyi ise şu sözlerle değerlendiriyor. ”İmanlı bir kimse, intiharı bir çıkış kapısı görerek kendince meşru görürse, günah olan bir şeyi helâl olarak görmekten dolayı kâfir olur.”
Bu sözler her ne kadar böyle bir acıyı yaşayan aileleri kötümser-ümitsiz düşünceye yöneltiyorsa da
Konuyla alâkalı olarak ülkemizin değerli din adamlarından, büyük düşünce adamı Ahmet Şahin ise Zaman Gazetesinde 23.8.2002 tarihli yazısında: ”İntihar eden yine de imanlı kimse sayılır. Zira intihar sebebi imansızlık değil, belki iman zayıflığıdır.
Maruz kaldığı belâ, musibet imtihanına karşı sabrını tüketmiş, takatini yitirmiş, çekilmez, aşılmaz bir belâ ile karşı karşıya kaldığını zannetmiş.
Sonunda büyük günaha teşebbüste bulunmuştur.”
İfadeleri ile acılı ailelere moral oluyor. İş hayatındaki intiharlara baktığımızda kurulan işletmedeki bireyselliği görüyoruz. Meselâ, örnek olarak Ödemiş’te 50’nin üzerinde olan, Süt Ürünleri ile ilgili bir işletmeyi düşünelim. Milyonlarca liranın yönetildiği, çok sayıda üretici ile muhatap olunan, üreticiye sağlanan yem, ilâç ve diğer hizmetler (süt toplama, işleme vb) nice unsuru bünyesinde barındıran, sütün işlenmesi, üretilen mamulün pazarlanması, tahsilâtın zorluğu, tahsilâtın aksaması durumunda üreticiye yapılacak ödemenin gecikmesi, yol açacağı olumsuz sonuçlar. Bunlarla tek kişi olarak baş edebilmenin zorluğu demeyelim de imkânsızlığı ortada iken, belki aklı başında bir ortak ve ortakları olsa sonuç ve başarı-kazanç farklı olmaz mıydı? veya işletmede; iyi tahsil görmüş profesyonel yönetici gerekmiyor mu? yaşanan acı olaylarda. Geçmişteki intiharları bir de bu yönüyle düşünelim.
Gelelim, örneğin; böyle bir işletmenin sahibine kefil olan veya büyük meblâğlarda para veren ahbap-çavuş ilişkisi sonucu mağdur olanlara. Demiştim ya, onlardan pek söz edilmez. Böyle üzüntüler yaşayan iki yakınımın, bu durum sonucu yaşadığı mağduriyeti anlatmak istiyorum. Maksadım kimsenin yarasını tazelemek değil okurlarımın böyle bir durumla karşılaştıklarında, bin bir emek ve alın teri ile kazandıkları, çoluk çocuğunun nafakası ve hakkı olan ellerindeki üç kuruşa sıkı sıkıya sahip olmaları.
1 – Yeğenimin eşi Mehmet, hatır çeki kesiyor. Meblâğ yüksek 40-50 bin belki daha büyük. Karşı tarafta benzer bir son meydana geliyor. Yeğenimin, Üniversite okuyan iki evlâdı var. Günümüzde çocuk okutanlar bunun az paralarla mümkün olmadığını bilirler. Okuyan çocuklar, mezuniyetleri sonrası iş kuracaklar, para lâzım. Yuva kuracaklar yine para lâzım. Hadi bu düşüncelerden geçtik. Kefalet sonucu ödenen onca meblâğ sonrası sağlığını kaybeden, aylarca İzmir Hastanelerinde canı ile uğraşan, buradaki işlerinin yürütülmesi, evin geçimi, okuyan çocukların ihtiyacı olan para nereden karşılanacak? Bu evlâdımızın iki-üç yıl süren rahatsızlığı safhasında onca yakını, eşi, çocukları ana baba, akrabalar, kendisi neler çekti. Harcanan tedavi ücretleri, kefil olup da ödenen meblâğdan belki daha fazla olmuştur.
2 – Bir örnek de oğlumun arkadaşı Selhan’ın başına gelen talihsizliği anlatmalıyım. Yılların el emeği, uykusuz gecelerin gıdım gıdım birikimi ile mesleğini kendi mekânında sürdürmek için, bir dükkân almayı hayal ederken, bizim çocuğun elindeki meblâğdan haberdar olan biri, sözde ödünç diye istiyor. İşini çoktan kaybetmiş meğer. Yılların merhabası hatırına yüz yumuşaklığı ile elindeki çoluk çocuğunun nafakasını veriyor bizim iyi niyetli oğlumuz. Ve yaşanan bir intihar olayı bizim oğlanın dükkân hayallerini yerle bir ediyor. İş hayatında yaşanan intiharların, pek söz edilmeyen arka plânındaki mağdurları da göstermek istedim.
Böyle taleplerle karşılaşırsanız, özellikle hırs sahibi tanıklarınızdan biri ise; Bak, Kardeşim! Senin kurtuluşun için ancak dua edebilirim deyin, bu durum herkesin hayrına olacaktır. Esnaf arasında iş görmek için karşılıklı alıp-verilenler ayrı konudur.
Saygılarımla.
([email protected])