Organ bağışçısı olmaya karar verip eşimle bu birimin kapısını çalmıştık. Formları doldururken içeride hava soğuk soğuk ölüm esiyordu. Oysa hayat vermek, can katmak için oradaydık. Yüzünde gülücükler açan ve karşısındaki sorumlu insanlara “Ne iyi etinizde geldiniz!” hissini yaşatan bir görevlinin yokluğuna inanın çok içerlemiştim. Tüm iyi niyetlerimi seferber edip ara sıra yaptığım esprilerle en azından eşimin bu hayırlı işten zevk almasını sağladımsa da bağış işlemini tamamlayıp odadan çıkar çıkmaz eşimden duyduğum sözler o havadan en az benim kadar onunda rahatsız olduğunu gösteriyordu. 
Bağış organizasyonu konusunda Kızılay'ı tek geçerim. Ve bağışçılarına yönelik sıcak ve içten yaklaşımlarına duyduğum hayranlığı da zaman zaman yazılarımda işlerim. Yaptığı işin değerini, kıymetini maalesef bilmeyen ve yanına gelen bağışçı insanların sahip olduğu duygusallığı ne yazık ki anlayamayan bu insanların varlığı bizi iyilikten vazgeçiremezdi ve nitekim vazgeçiremedi de…
Twitter hesabımı incelerken Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi'nde yatmakta olan 3 yaşında ve Lösemi hastası Furkan'ın B Rh (+) kana ihtiyaç duyduğunu öğrendim. Ardından ailesiyle irtibata geçip telefon bilgilerimi verdim. Acil bir durumda hemen yanlarında olabileceğimi ve önümüzdeki günlerde de kan için hastaneye gelerek minik Furkan'ı ziyaret edeceğimi söyledim.  Bu arada yine o günlerde İzmir Tepecik Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne Türkiye'nin 3. büyük İlik Bankası kurulduğunu okumuştum. Bu haber beni çok sevindirmişti. Çünkü Ankara'da ki ilik bankasına gitmek için çok niyetlenmiş ama yoğunluğum ve özel bazı nedenlerimden dolayı bir türlü başaramamıştım. Hatta kan örneklerinin anlaşmalı kargo şirketleri ile Ankara'da ki ilik bankasına gönderilebildiğini öğrenmişsem de bu uygulamadan bihaber kargo acentesi bu hevesimi de kursağımda bırakmıştı.  
14.01.2013 günü ben, eşim ve kızım bir program yaparak Ödemiş'ten İzmir'e doğru yola çıktık. Programımızın içinde Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi'nde yatan Minik Furkan'a kan vermek, mümkünse onu ziyaret etmek daha sonra Tepecik Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne giderek İlik Bankası'na donör başvurusu yapmak ve zaman kalırsa alışveriş yapmak vardı. Furkan'ı göremedik ama kanımı verdim. Fakat Tepecik Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi maceramız bu kadar kolay olmadı. Hastaneyi bulduk bulmasına ama hastane giriş kapısındaki güvenlik, hastanelerinde kurulan İlik Bankası'ndan ne yazık ki habersizdi. Hatta “Yanlışın var!” diye ısrarı ile beni turumuzun daha ilk saatlerinde germeyi başarmıştı. Yılmadık! Güvenliğe ve güvenliğin telefonla sorduğu kişilerin “Yok böyle bir banka!” çıkışlarına rağmen yol yorgunluğu bir yandan hastanede yaşanan yoğunluk bir yandan elimizde puset blok blok İlik Bankası'nı aramaya devam ettik. Zannederim iliğini duymayıp bankası aklında kalanlarca bize ATM tarifi yapanlar bile oldu. Ve nihayet bulduk. %60'ı hastane çöpü, %40'ı vatandaş taşıyan asansöre binerek aradığımız birime geldik. Görevli sekreter yokmuş. “Siz şurada bekleyin” dediler, sandalyeleri göstererek. Bekledik, bekledik, bekledik… Ne gelen var ne giden! Hastane içi klimalar nedeniyle haddinden fazla sıcak dışarısı ise soğuk bu yüzden bekledikçe geriliyordum. Kızım Duru o dönem 15 aylıktı. O değil başkalarına şifa olalım, ilaç olalım derken çocuğu hasta edecektik. Küçük bir isyan sonrası birileri gelip bizimle ilgilendi. Eşim ve ben bir form doldurduk. Bize en yakın zamanda aranacağımızı ve bizden kan örneği alınacağı söylendi. O günün üzerinden tam yedi ay yedi gün geçti. Ne arayan var ne soran. Hatta tam dört ay önce de Donör Merkezi'ni içinde barındıran  Doku Tipleme Laboratuvarı sorumlusu Prof. Dr. İbrahim Pirim'e bir e-posta attım. 
E-postayı aynen sizle paylaşıyorum.
“O dönem 15 aylık çocuğumuzla Ocak ayında Ödemiş'ten kalkıp hastanenize kadar gelerek ilik bankasına donör olma talebimizi ilettik. Form doldurduk. Hastane içerisinde güvenlik görevlileri dâhil kimsenin bilmediği departmanınıza ulaşmak için yoğun çaba sarf ettik. Bize önümüzdeki günlerde kan örnekleri alınacağı söylendi. Ne arayan var, ne de soran... Bizim çocuğumuz hasta değil, hasta olan birinci derece yakınımız da yok. Ama bu demek değildir ki olmayacak! Yani olabilir de... Düzenli bir kan bağışçısıyım. Eşim ve ben aynı zamanda organ bağışçısıyız. Tamamen sorumluluk bilinci ile vatandaşlık görevimizi yaptığımıza inanıyorum. Fakat kurumunuzda yeterli özverinin gösterildiği kanaati bende oluşmadı. Bu konuda açıklama yaparsanız, sevinirim.
Saygılarımla
Mustafa Ali Fırtına”
Bu e-posta dört aydır cevaplanmadı. Buradan çıkabilecek muhtemel sonuçları şıklandırıp cevabı size bırakıyorum. Sizce aşağıdaki tanımlardan hangisi Prof. Dr. İbrahim Pirim'in yazımda geçen olaydaki tavrı ile bağdaşmaktadır? 
A) İşi başından aşkındır.
B) E-posta hesabı hacklenmiştir.
C)  Görmüş ama takmamıştır.
D) Dört ay önce başladığı cevap yazısı henüz bitmemiştir.
Şıklar uzatılabilir ama ben ahlaken bu kadarını yeterli görüyorum. Son olarak toplumsal olaylarda ve özellikle yardımlaşma benzeri organizasyonlarda milletin ilgisizliğinden yakınıp gazetelere, televizyonlara demeç vermeyi seven ilgililere sesleniyorum. Arayacaklar diye iliğimiz kurudu. Hani diyorum iğneyi de kendinize batırsanız.