Geçtiğimiz günlerde Yargıtay’da duruşmaya katılmak üzere başkentimize gittim, geçen sene yazdığım “Kentler ve Renkler” başlıklı yazımda bahsettiğim “gri kent” Ankara’ya. Kimsenin ve özellikle de Ankaralı okurların gücüne gitmesin ama bir türlü ısınamadım Ankara’ya. İlk seyahatim olan 1990 yılından bugüne 23 yılda belki de dalya demeye az kaldı ama ben hala aynı duygularla gidiyorum bu şehre. İstanbul’dan  Antalya’ya, Bursa’dan Gaziantep’e birçok kente yolculuklarım oldu. Bazı şehirlerde işim bittikten sonra vakit geçirmeye hatta fırsatım varsa konaklamaya özen göstersem de Ankara her zaman gerekmedikçe kalmadığım ve işimi bitirir bitirmez İzmir’e dönmeyi tercih ettiğim bir kenttir. Bana bunu hissettiren belki de Ankara’yı gri şehir olarak görmemdir. Belki de hayatımda birilerinin aksine “tek bir kişi bazen bir şehri sevmenizi sağlayabilir” sözünü doğrulayacak birisinin olmamasındandır.

 

                   Yine benzer duygular içinde gittiğim Ankara’da gündemle ilgili bazı izlenimlere ve bilgilere sahip oldum. İlk dikkatimi çeken kentteki polislerin yoğunluğu  oldu. Öylesine çok sayıda polis vardı ki sanırsınız kentin yarısı polis memuru. Ankara’nın kalbi Kızılay’da da aynı manzara vardı. Yargıtay’a giderken önünden geçtiğim Güven Park’ın etrafı demir barikat ve sayılamayacak kadar çok sayıda polisle doluydu. 2013 yılında Türkiye Cumhuriyetine ve Cumhuriyetin başkentine yakışmayan görüntülerdi.

 

                    Yargıtay’da işim erken bitip uçağımın kalkmasına da bir hayli zaman kalınca arkadaş ziyaretine karar verdim. Sağ olsun arkadaşlar beni çok güzel ağırladılar. Arkadaşlarla otururken gerek ortamda bulunanlar gerekse yanımıza gelip gidenler sık sık gezi parkı protestolarını sohbet konusu yaptılar. Genel görünüm bu protestolara çok da sıcak bakılmadığıydı. Yine açıkça anlaşılıyordu ki neredeyse sohbete katılanların tamamı Adalet Ve Kalkınma Partisi’ne oy vermişler ve de destekliyorlardı. Buna rağmen ortak kanı Başbakan Erdoğan’ın çok sert davrandığı, söylemlerinin gerilimi tırmandırdığı ve krizin iyi yönetilmediği yönündeydi. Hatta gerek bu konuşmalarda gerekse daha sonra yaptığım konuşmalarda Başbakan Erdoğan’ın tavırlarından dolayı “diktatör” tanımlaması yapıldı ki buna çok şaşırdım. Zira neredeyse tüm konuştuklarım iktidar partisine oy ve gönül vermişti. Hele bir tanesi vardı ki Erdoğan’ı her anışında “sayın Başbakan’ım” derken sanırsınız gerçekten karşısında Başbakan var ve kelimeleri yanında tavırlarıyla da saygısını gösteriyor. O bile “ben ve 2 çocuğum oy veren %50’nin içindeyiz ama sayın Başbakan’ımın dediği gibi kimse bizi zorla evde tutmuyor hatta bizden hiç kimse ne sokağa dökülür ne de kavga eder, bu sözlerle bizi de oylarımızı da kaybediyor.” dedi. Şaşırmıştım ve bir o kadar da umutlanmıştım, demek ki Erdoğan yandaşları bile yaşananları sorguluyor ve de Erdoğan’ın görmekten kaçtığı yanlışları ve haksızlıkları görüyordu.

 

                      Bir başka sohbet konusu da Başbakan’ın havaalanı karşılamasıydı. Birbirleri ile belki de hiç tanımayan bu kişilerin karşılama ile ilgili sözleri neredeyse ortaktı; “karşılama için taşeron şirket çalışanlarına baskı yapılarak havaalnında hazır olmaları sağlandı,her taksi durağından ortalama 10 taksi istendi ve her bir araç için de 60,00 TL. verildi, bunlar dışında gelenlere de 100,00 TL. verildi ve kalabalık olması sağlandı. Yapılan hem hoş değil hem de bunca paranın kendi çıkarları için saçılması çok yanlış”. Kısaca Erdoğan’ın gövde gösterisi koca bir balondan ibaret ve bu bilginin kaynağı bizzat kendisine oy verenler.

 

                      Bu izlenimlerden ve duyduklarımdan sonra sanırım kendimi başkente en yakın hissettiğim anlardan birini yaşadım çünkü ülkemizde bir şeylerin değişebileceği umudunu içime içime işledi.Ne dersiniz haksız mıyım? Bir şeylerin değişeceğine siz de inanıyor musunuz? Yoksa yaşananlar ülkemizde başta kafalar olmak üzere bir şeylerin değişmeye başlamasından değil de büyük düşünür (!) Necati Şaşmaz’ın dediği gibi “nazar” mı? İktidar sahipleri bunu halkın sorgulama yeteneğinin gelişmesine ve yapılan haksız uygulamalara bir karşı duruş olarak mı görüyor? Yoksa onlar da akil (!) Şaşmaz gibi “nazar” düşüncesindeler mi? Bilemem ama şu bir gerçek ki muhalefetin yapamadığını haksız ve sınırı aşan uygulamalarıyla bizzat Erdoğan yaptı ve AKP ciddi şekilde kan kaybediyor.