Yakınlarım ve bazı dostlar (özellikle karşı cins) ‘hep siyaset hep siyaset, başka yazacak şey mi yok’ yollu bana çatarlar. Onlara; ‘yavrum biz aşkı da yazarız meşki de’ der geçiştirirdim. Öğünmek gibi olmasın, Edebiyat ve Türk Musikî’si ile haşır neşir bir “Ben-i Adem” olarak, aşkı, onun yüceliğini bilir saygı da duyarız, yazarız da… Buyurun…

Kimileri tedavi edilemeyen bir hastalık gözüyle bakar aşka. Kimi, ikili delilik diye bahseder. Yeni yetme yazarlar yanılsama “hayallerde yaşatılan sevgili” diyorlar.

Peki, tek bir tanımı olmayan aşk, evlilikte olmazsa olmaz mıdır? Bu kutsal müesseseyi ayakta tutan, besleyen aşkın, bazı psiko-sosyologlar niye üç yıl sürdüğünde hemfikirler?

Daha onlarca içinden çıkılamaz soruyu sormak mümkün. İlahi aşkı tartışılamaz bir yere ayırarak, beşeri aşkı yazalım bakalım. Sonuçta girdik netameli bu konuya, zülfiyare (ince meseleler) dokunmadan bakalım içinden nasıl çıkacağız diye, kara kara ne yazacağımı düşünürken, okuduklarım yetişti imdadıma. Konuyu işin erbabına bırakmayı yeğledim…

Prof. Psikiyatrist Dr. İskender Pala bakın ne diyor?

GENÇLER, SEVDİĞİNİ KAYBETMEMEK İÇİN MASKE TAKIYOR…

 “Çağımızın sancılı dünyasında bir kişinin aşktan bahsedebilmesi için ilk şart dürüst davranmak, ikinci şart da mürüvvet (güzelliklerden duyulan mutluluk, sevinç) göstermek olmalıdır. Dürüstlük, aşkın başlangıcını, mürüvvet de aşkın devamını doldurursa bir ömür aşkla yaşanmış olur. Dürüstlükten maskesizlik, riyasızlık, dosdoğru oluş, hatır için veya karşısındaki insan kırılmasın diye eğilip bükülmemeyi kastediyorum. Yeni tanışan gençler genellikle birbirlerini gücendirmemek veya kaybetmemek için gerçekte sahip olmadıkları tavırlar, nazik veya iyi görünmek adına maskeler takınabiliyorlar. Ve elbette birbirlerine sahip olunca da bu maskeler çıkarılıp gerçek yüzleriyle ortaya çıkıyorlar. Bu tavır, gençlerin aşk dedikleri şeyin ilk yaralanışı ve ilk kırılma noktası oluyor.

Aşkın devamını sağlamak için de iki tarafın mürüvvet göstermesi gerekir. Bu kelimenin içini dolduran bazı özellikler vardır. Birincisi şefkat ve merhamet, ikincisi iyi niyet ve güven, üçüncüsü takdir ve beğenmedir. En çok sevdiği (veya öyle söylediği) insana karşı bile şefkat göstermeyen eşlerin evli kalması belki mümkündür, ama bu beraberlik severek mi yoksa katlanarak mı olacaktır, bunu düşünmek lâzım. Yani aşk denilen şey iki kişi arasındaki maddi ve manevi ilişkiler bütününe sirayet eder. Burada ortaya çıkacak bir eksiklik veya görülecek çatlak, sapasağlam bir yapıya hasar verir. Bunun için aşktan bahseden insanlar öncelikle dürüstlükten, sonra da şefkat ve merhametten bahsetmelidirler.”

Doktor Psikiatrist VEDAT BİLGİÇ.

EVLİLİKLERİN AŞK ÜZERİNE KURULMASI ŞART DEĞİL…

“Zamanımızın yeni üretilen bazı müzikleri ve şarkılarda anlatılan duygular geçmişe göre daha rasyonel, teknolojik, hızlı tüketilebilir ve daha mekanik. Müziğimiz de çabuk üretilip çabuk tüketilen, fabrikasyon sözler, mekanik ve teknolojik ritimler ile giderek yüzeyselleşen hislerimizle paralellik arz eder durumda…

Geçmiş dönemin bir ömür süren için için kanayan, kanadıkça derinleşen aşkları yerine bir “SMS”le başlayıp biten yüzeysel ilişkiler ağı mevcut. Bir abartı var her yanda. Tıpkı çoğu popüler müzik eserlerinde olduğu gibi slogan repliklerle başlayan ayaküstü (fast food) aşklar (!) çabucak tüketilip yeni arayışlara yöneliniyor.

Günümüz ilişkilerinin derinlikten ve gerçek ilişkiden kopmasının bir çok nedeni var.”Ben Nesli” isimli kitabında Dr. Tweng’in belirttiği gibi egoların şiştiği bir ben nesli oluşmaya başladı. Ego enflasyonu yaşayan insanlar sağlıklı bir benlik yerine şişirilmiş bir benlik taşırlar ve dış dünyadaki bireylere kendi gerçeklerini yansıttıklarından, karşıdakinin hakikatinden habersiz kaldıkları için gerçek bir ilişkiye giremezler. Daha çok kendi beğenileri, arzuları ya da ihtiyaçları nazarından dünyaya baktıklarından ilişkileri muhataptan yoksun ben merkezlidir. İlişkinin başında abartılı bir yüceltme ve sevgi gösterisi olsa da ilişkiden beklenti karşılanmadığında veya beklenen doyum alındığında öfke patlamalarıyla ilişki bitirilir. Çünkü ego şişmesine sahip birey karşıdaki insanı da içine alan gerçek bir ilişkiden ziyade haz’a dayalı tek taraflı bir ilişki yaşamıştır.

Bunun adı ilişmektir, ilişki bile değildir çünkü ilişki iki kişi gerektirir. Çoğunluk “tüm güçlülüğü’nden arta kalan bu şişmiş egonun, kişinin büyümesiyle birlikte azalarak makul bir yoğunluğa gelmesi beklenir. Ama günümüz ebeveynleri çocuklarının büyümelerini geciktirecek davranışlarını uzun yıllar devam ettirdiğinden, otuz yaşını geçip evlendiği halde hâlâ ergenlik tipi bağlanma çatışmaları yaşayan aile sayısı hiç de az değildir.

Narsizm, aşkın hem nedeni hem zıddıdır. Aslında aşk, kişinin kendi diğer yarısını arama çabasıdır. Ama bu arayış onu dönüştürmelidir. Çünkü kendinden bir adım öteye geçemeyenler gerçek bir ilişki kuramayacakları için aşka çok uzak düşerler.

Bu nedenle âşık kişi biraz olsun kendi benliğinden öteye geçebilmeli, bir tarafıyla muhatabında yok olabilmelidir. Günümüz ego enflasyonu yaşayan bazı gençlerin yaşadığı aşk denen durum daha çok kendi beklentilerini karşı tarafa yansıtıp, kendi kurguladığı filmi izleyen seyircinin durumu gibidir.

Biraz ileriye gidip perde olarak kullandıkları yüzeye çarptıklarında da veryansın edeceklerdir. O perde de diğer kişinin egosudur.

Bir başka kişiyi sevebilecek ve ilişki kurabilecek, hatta aşık olabilecek kişi önce kendisi var olmalıdır. Ruhsal açıdan bütünlüğünü sağlamış, olgunlaşmış olmalıdır. Zira ilişki bir köprüdür, içinde olan çiftler de o köprünün ayaklarıdır. Özellikle evlilik ilişkisi, bu köprü ayaklarına büyük sorumluluklar yüklemektedir. Kendisi tek başına ayakta duramayan bir kişi nasıl olur da başka yükleri taşır?

Bir de takıntılı ilişkiler var ki, bu tür ilişkilerde sevgi nesnesiyle takıntılı bir bağ kuruyor. Maalesef muhatabı bir nesneye indirgeyerek yaşanan bu tür ilişkiler de çoğu zaman gerçek bir ilişkiye dönüşemiyor. Temizlik takıntısı gibi bir hastalığı olan kişiler iyi bilinir ki gerçekten çok temiz ve düzenli olamazlar. Çünkü temizlik takıntısı, temizlik yapmanın ötesinde başka ruhsal amaçlara hizmet eder. Bunun benzer narsism vs. gibi amacının dışında bir ruhsal sürece hizmet eden ilişki arayışları da gerçek bir ilişkiye dönüşemeyeceği için hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur.”

Prof. Dr. MUHİT MERT (İlâhiyatçı)

SEVGİNİN SÜREKLİLİĞİ ŞEFKAT EKSENLİ OLMASINA BAĞLIDIR…

Tüketim çılgınlığının had safhada olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz. Maalesef her şeyi çok fazla ve çok çabuk tüketiyoruz. İnsanlar arası ilişkiler de bu çerçevede seyrediyor ne yazık ki. Ulaşım ve iletişim vasıtalarının sürati de bu sürece olumsuz katkıda bulunuyor. Sevgiyi ve bunun ileri bir boyutu olan aşkı sürekli ve nitelikli kılan husus, kişinin sevdiğine vuslatındaki (kavuşma) zorluktur.

Eski toplumlarda cinsler arasında aşılması zor engeller olduğundan, kişiler sevdiklerine vuslat imkânı bulamaz, ona duyduğu sevgi ve aşk yakar kavururdu. Üstelik sevgi ve aşk sadece hayvani, tensel ve cinsel bir arzudan ibaret değildi, bunun da ötesinde ruhsal derunî bir boyutu vardı. Maalesef modern çağın tenperver insanı bu anlayışı yitirdiği için aşklar ve sevgiler uzun ömürlü ve yüksek nitelikli olmuyor. Belki de insan birini sevdiğine veya âşık olduğuna dair bir vehim yaşıyor.

Yani temeli olmayan, gerçekliği bulunmayan bir duygu yanılsaması ile kendini kandırıyor. Âşık olmak, yanmak ve sevdiği uğruna candan ve tenden geçmek demektir. Bu insandan matlup (istenilen, aranılan, arzu edilen) bir ilişki biçimi de değildir. Hatta marazi bir hâl olarak da nitelenebilir ve toplumsal kabuller açısından soyutlanmaya vesile olur. Bunun yerine sevgi ikame edilmelidir. Daha sağlıklı bir ilişki temelidir.

Evliliklerin aşk temeli üzerine kurulması şart değildir, ancak sevgi esaslı olması o evliliğin gerçek bir evlilik olmasının temel şartıdır. Fakat bu sevginin de merhamet ve şefkat eksenli olması o evliliğin gerçek bir evlilik olmasının temel şartıdır ve sevginin sürekliliği açısından önemlidir. Yeni nesil aşklarda bunu görmek mümkün müdür bilemiyorum, ancak çağdaş ilişki biçiminde çok sık rastlanan tenperverlik ve yoğun hayvani his ve arzular sebebiyle ilişkilerin kısa süreli olduğu da bir gerçektir. Ten esaslı sevgi uzun süreli olmaz.

Evliliklerin uzun ömürlü olabilmesi, ilişkilerin niteliğinin artması elbette ki sevginin beslenmesine bağlıdır. Bakımı yapılmayan, tabiri caizse tımar edilmeyen bir sevgi ölmeye mahkûmdur, tıpkı sulanmayan çiçeklerin kuruması gibi. Tarafların birbirlerine olan sevgilerini besleyecek formüller bulmaları, vasıtalar aramaları, vesileler icat etmeleri gerekecektir. Bu da bazen bir hediyeleşme, bir mücamele (karşılıklı güzel ve gönül alıcı davranış, söz), bir affediş ya da sevdiğini yüzüne karşı söyleme vs. olabilir. Ama her şeyden önemlisi, kurulan ilişkinin ahiret uzantılı olmasını sağlayabilmektir. Zira bu sağlandığında taraflar, birbirlerinin duygu, düşünce ve haklarına saygı gibi hususlarda çok hassas olacaklar ve ilişkilerinin fani şeylerle zedelenmesine müsaade etmeyeceklerdir. Aksi takdirde değer verip, peşine takıldıkları her şeyi tarumar etmeleri kaçınılmaz olacaktır.”

Benim ricam; bu yazıyı özellikle gençlerin sabırla, her cümlesinin üzerinde durup düşünerek okumaları, arkadaş çevresine göndererek çok kişinin okumasını sağlamalarıdır. Özellikle 50 yaş altındaki evliler ve evliliğini bitirenler, yeni bir aşka yelken açacak olanlar, geçmişteki hatalarını en azından tekrarlamamış olurlar.

Saygılarımla.