Olayın üzerinden hayli zaman geçti. Duyduklarımız, okuduklarımız ile konu halâ gündemdeki yerini koruyor. Ben aslında bu yazıyı son felâketten 15-20 gün kadar önce yaşanan “Vinç felâketi” ni yazacaktım. Hatta yazımın başlığını bile düşünmüştüm. “Gözü doymayan Kral!” Hac veya Umre vesilesiyle gidenler gayet iyi bilirler. (daha fırsat bulamayan din kardeşlerimin hepsine nasip etsin) Suudi Kral’ının mal hırsı Mekke’de çok bariz görülür. Harem-i Şerif’in (Kâbe) çevresi yıllar boyu süren devasa otel inşaatlarıyla doludur. 50’ den fazla vinçten bahsediliyordu. Kâbe’yi çevreleyen kapalı alanlar 3 katlıdır. Üç Katlı bir inşaat veya genişleme çalışması için yüksekliği 50 metreyi aşan vincin kullanılmayacağını anlamak için mühendis olmaya gerek yoktur. Vinçlerin büyük kısmı yeni otel inşaatlarında kullanılmaktadır. Basit bir fizik kanununu, kaldıraç’ın arkasına devrilmemesi için bir ağırlık koyulması gerektiğini bilemeyecek kadar insan yapısı vardır orada. Akıllara seza bir oteli var kral’ın. Yapımı yıllar-yıllar boyu sürmüştü. Doymadılar yeni onlarcasını yapıyorlar. Kâbe’yi boğdular. Onlara zengin turist lâzım. “Zemzem Tower.” Türkiye’de bile devre mülk satışını bitiremediler. Son iki faciada ve daha önceki yıllarda yaşanan felâketlerde hayatını kaybeden hacılar, Hindistan, Pakistan, Bengaldeş, Afrika Ülkeleri, hatta ülkemizi de dahil edebiliriz bu kategoriye. Hep garip gurebadır. Ömrü boyunca biriktirdiği paracıklarıyla İslâm’ın beş şartından biri olan Hac görevini yapmaktır idealleri. Kâbe’ye yürüyüş mesafesindeki otellerde kalanlar kalantorlardır. Onlara bir şey olmaz zaten.

            Hac ve Umre görev-ziyareti için Suudi Arabistan’a giden milyonların, o ülke nazarında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Uçaktan Cidde veya Medine’ye indiğiniz andan itibaren pasaportlarınız toplanır. Artık o ülkenin kölesinizdir.

            Hac vesilesiyle bulunduğumuz Mekke’de, taksi şoförü Hatay’lı bir Türk’le tanışmıştım. Kendisine bizi Cidde’ye götürür müsün diye sormuştum. Abi! Hatırlasana; Cidde Havaalanından Mekke’ye gelinceye kadar 80-90 km’ lik bir yolda, 4-5 asker-polis barikatından geçmediniz mi? Pasaportunuz bile elinizde değil. Bizim Türkiye’deki sahil şehirlerimiz gibi, insanların gayet serbest olduğu barı pavyonu, gazinoları olan bir şehir Cidde deyip merakımızı gidermişti!

            Vinç kazası olayına değinmişken; İslâm dünyasında “cehalet, işini kötü yapmak-örneğin Soma faciası- mesleki ahlâksızlık, vurdumduymazlık” o kadar ileri boyutlara vardı ki; “yok artık” diyeceğimiz türden olaylar gerçekleşiyor. İnşaat vincinin yıkılıp ibadet eden hacıların üzerine düşerek onları öldürmesi, tam da böyle bir olay. Yani Müslümanların içinde bulunduğu “iflâs ve sefalet” öyle bir noktaya vardı ki; pes artık diyoruz.

            Kâbe’de sürekli olarak “kazalar” gerçekleşiyor ve pek çok masum insan ölüyor. Konuyla ilgili birkaç rakam vermek istiyorum. Küçük çaplı az ölümlü olayları almadım. 1990 da 1426 kişi ölmüş, 1994 270 kişi, 1998 de 251, 2006’da 346 hacı hayatını kaybetti kazalarda. –biz eşim, kardeşim ve akrabalarımla 8 kişi Hac görevi için Arabistan’da idik.- Son vinç hadisesinde 107 hacı canından oldu. Son Mina’daki sembolik “Şeytan Taşlama” olayında açıklanan 700 küsur rakamına inanmayınız. Hindistan ve Pakistan haber alınamayan, daha doğrusu ümitlerin kesildiği 950-1100 vatandaşının resimlerini Suudi Devletine göndermiş. İran hayatını kaybeden hacı sayısının 4.700 olduğunu belirtiyor. Bu rakamlara bakarsak Arabistan’a ibadet etmeye gidiyorum deyip evinden ayrılıp dönemeyenlerin sayısı bir harp sonucu gibi değil mi saygıdeğer okurlarım? Peki sebep? Tek kelimeyle cevap vereyim: “Cehalet” Normalde, İslâm’a göre Kâbe; “haram bir alan” yani burada insanların kan dökmesi yasak. Hatta bırakın insan öldürmeyi, bu haram alanda hayvan öldürmek bile yasaktır.(örneğin sizi rahatsız eden bir sinek!) Ne yazıktır ki; yıllardır bu haram bölgesinde yüzlerce Müslüman akla gelmeyecek sebeplerle ölüp gidiyor. Hac görevim dönüşü, bu tür ve daha çok değişik olumsuz olayları yazmak istediğimde danıştığım din adamları, bunun iyi bir fikir olmadığını, insanlarda bu görevden soğuma olabileceği yolunda telkin alınca yazmaktan vaz geçmiştim. Son iki olayda gördüm ki; bizim basında (dünya basınını saymıyorum) yüzlerce makale yazıldı. Demek ki; gerçekler her zaman ifade edilmeli. Bir dinin merkez mabedi bu kadar insanın öldüğü bir yer haline gelir mi?  Yüreğim yanık sevgili okurum. Söz konusu insan hayatından bahsediyoruz. Müslümanların siyasi sebeplerle birbirini öldürmesine hiç girmeyelim.

            Bir inancı, kültürü meydana getiren kalabalıklar, o insanların kalitesi hakkında bilgi vermeye yeter.

            Bununla ilgili Mekke’de 27 gün konakladığımız otelden bir örnekle yazımı bitireyim. Otel 11 katlı, hiçbir odasında güneş gören pencere yok. 2.500 kişilik. Altındaki lokantada 505 sandalye vardı. Ahçılarımız Türktü. Bizim kafile 320 kişi idi. Başka illerde gelen Türkler meyanında pek çok islâm ülkesinden gariban hacılar vardı. Bu oteli kiralayan heyetteki Diyanet görevlisi veya görevlilerine hakkımı helâl etmiyorum. İyi para ödediğimiz halde, bir örnek vereyim; bir odayı ve bir tuvalet-banyoyu 8 hacı kullanıyorduk. Duvardaki su borusuna takılmış yerlerde sürünen bir hortumla abdest alıyor, yıkanıyor, tuvalet sonrası tahareti bu hortumun ucundan akan su ile yapıyorduk. Sular zaman zaman kesiliyordu. 15-16 şar kişilik asansörlerdeki izdiham yüzünden, sabah kahvaltısını müteakip (lokantamızda bir tek olsun lâvabo ve çeşme yoktu) elimizi-ağzımızı yıkayıp dişlerimi fırçalamak için 255 basamak merdiveni çıkarak 11 nci kattaki bahsettiğim banyoda temizliğimi yapıp abdestimi alarak Kâbe’ye gidiyor, taa yatsıyı müteakip otele dönüyorduk. İyi ki mubarek zemzem var, onu içerek karnımız doyuyordu. ( Kâbe’ye yiyecek sokmak –meyve bile- yasaktır). Oteldeki banyoda da lâvabo veya bir çeşme yoktu. Bırakın duş bataryasını. Otelimiz Kâbe’ye 5 km. mesafede idi. Mesfele Semti. Yan yana sıralanmış onlarca otel ve binlerce hacı adayı. Mesfele semtinde kanalizasyon teşkilâtı yoktu. Bir gün bizim otelin yanındaki otelin foseptik kuyusu patladı. Bütün cadde pislik yığını haline geldi. Binlerce hacı bu pisliklere günlerce basarak otellerine girdiler. Ne bir itfaiye aracı ne de temizlik için bir çalışma görmedik. Güneşte kurudu gitti. Ben bu oteli bize münasip gören, otel kiralama heyetindekileri hayırla anabilir miyim? Kutsal görev gideceklere tavsiyem kesinlikle maske taksınlar, hiç çıkarmasınlar. Zira hemen hemen herkes solunum yolu hastalığına yakalanıyor ve yurda hasta dönüyor. Bu pis ortam ve Kâbe’nin temizliğinde kullanılan kimyasallar yüzünden. Otobüslerdeki izdihamı anlatmıyorum. Arabistan modernlik bir yana, normal bir devlet değil, aşirettir. Bu kazalardaki hayatını kaybeden, O zavallı din kardeşlerimi rahmetle anıyorum. Biliyorum yazım uzadı, dertliyim, üzgünüm olaylardan. Bir noktayı daha belirtmeden geçmek olmaz. Biliyorsunuz; Erdoğan Mina’daki faciadan sonra bir açıklama yaptı: “Bunu söyleyenlerin sırtında küfe yok, olmayınca rahat konuşuyorlar.(gerçekleri konuşup yazmayalım mı R.G.) Dünyanın bir çok yerinde bu tür organizasyonlarda bakıyorsunuz ihtimaller, düşük de olsa bazı sıkıntılar yaşanıyor. Bu, sadece Hac organizasyonunda değil, farklı organizasyonlarda da olabiliyor. (örnek isterim sayın CB.) Bunlara bakarken bardağın dolu tarafından bakmak isabetli olur. Kalkıp da Suudi Arabistan’a bir fatura, suçlusu buymuş gibi saldırgan bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz.” diyebiliyor.

O günlerde bir Twitter dikkatimi çekmişti, not almışım: “Bardağın dolu tarafı Suudi Arabistan’ın TÜRGEV’e yaptığı 100 milyon dolarlık bağış mı?”
Not: Gazetemiz  Yerelgüç bugün 8 yaşına girdi. Nice 8 yaşlarda daha seviyeli-ahlâklı yayın hayatına devamını Yüce Allah’tan dilerim. Ben de ilk günden bu yana bu güzelliğin bir parçası olmaktan mutluyum, gururluyum.

            Saygılarımla.