Her Türk vatandaşının kaygı ile takip ettiğine inandığım günler yaşıyoruz. Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT) üst düzey yöneticilerinin İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya tarafından ifadeye çağrılması, davete icabet etmemeleri ve akabinde ayni savcının iki gün sonra İstanbul Başsavcı Vekili tarafından görevden alınması baş döndürücü bir hızla gerçekleşen olaylar.
Hükümetin, kişiye özel yasa değişikliği ile ilgili acil girişimi. Enteresandır, buna benzer karmaşık olaylar içeren halk arasında Şike Davası olarak konuşulan “Sporda şiddeti Önleme Yasası”nın TBMM’de alelacele bazı maddelerinin değiştirildiği günlerde Başbakan ilk ameliyatını olmuştu. O değişiklikteki yanlışlık karambole gitti. Şimdilerde daha vahim, bu kez ülke güvenliğini çok yakından ilgilendiren olaylar yaşıyoruz. Bu günlerde de Başbakan önemli bir operasyon daha geçiriyor. Kendisine acil şifalar diliyorum. Ülke kaynıyor. Başbakan hastanede.
Burada pek üzerinde durulmayan, fakat çok önemli olduğuna dikkatinizi çekeceğim, olayın tam da içindeki farklı bir gelişmeyi ıskalıyoruz. Savcının görevden alınmasından daha mühim olan; İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Terörle Mücadele ve İstihbarat Şubelerinin başındaki, özellikle KCK/PKK ile ilgili son derece başarılı işler yapan emniyet müdürleri; Yurt Atayün, Erol Demirhan ve Ali Fuat Yılmazer Ankara’ya tayin edildiler. Böylece polisin de kolu kanadı kırıldı
Son yıllarda, pek çok önemli darbe teşebbüslerine ait soruşturmalardaki, emniyet güçlerinin başarıları nasıl göz ardı edilemezse, MİT soruşturması kapsamında, o yürekli savcı ile birlikte çalışan polis şubelerinin başındaki tecrübeli kişiler apar topar tayin ediliyor. İster istemez, demokrasiyi ülkemize tam anlamıyla yerleştireceğiz ümidindeyken, hadi hukuk dışı demeyelim de adaletsiz olaylar cereyan ediyor. Üç yıl önceki “Kürt Açılımı” çerçevesinde, tam bir fiyasko ile sonuçlanan “Habur” kepazeliğinden ders almadığımız görülüyor. Açılımın mimarı o günün İçişleri Bakanı, şimdilerin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dan çıt çıkmıyor. Garip tesadüf, bütün bunlar Başbakan’ın ikinci ameliyatına denk geliyor. Bu arada, MİT’in başına atanan Hakan Fidan’ın teşkilâtına hakim olamadığı acı gerçeği ortaya çıkmış oluyor. Hatırlayalım:
Ergenekon Davası’nda, Karargâh Evleri Davası’nda, 2002’den 2010 yılına kadar Balyoz dahil bütün teşebbüslerin hiçbirinde MİT, hükümete ve yargıya yardım etmedi. Hiç bir belge vermedi. Oda TV olayında işin içinde MİT’in de olduğu anlaşılınca kerhen o da kısmen bilgi paylaşımı yapılabildi. Hükümete ve Başbakan’a yönelik bir çok durumdan MİT’in haberi olmadı mı?
Daha çok yakın geçmişteki “Uludere Olayı”nda ise en büyük golü Hükümete MİT atmadı mı?
Soruşturma dosyasında yer alan bazı iddiaları sıralamak istiyorum. Bunların üzerine şal örtülmek neden isteniyor?
1 - “İstanbul Başakşehir’de, Ergenekon ve Balyoz savcılarının hakim lojmanlarına silahla saldıranlardan biri MİT’in haber elemanı çıktı.
2 - İbrahim Tatlıses’e suikast için, Abdullah Uçmak’a 2 kalaşnikof silahı MİT’in haber elemanı teslim etti.
3 – 6 Temmuz 2011’de Abdullah Öcalan, KCK Yürütme Konseyi’ne 6 sayfalık el yazısıyla mektup yazdı. 10 Temmuz’da MİT aracılığı ile Kandil’e ulaşan mektubun ardından 14 Temmuz’da Öcalan’ın talimatıyla 13 Mehmetçiğimizin şehit edildiği Silvan saldırısıyla “halk savaşı” başlatıldı. Son 3 yılda, MİT’in haber elemanları sadece İstanbul’da yaklaşık 50 olaya karıştı.
Soruşturma savcıları ve emniyet güçlerimiz, suça bulaşmış kişilerle karşılaştıklarında ya ne yapmalıydı? Bütün bunların MİT yöneticileri tarafından bilinmediğini düşünmek safdillik olur. Bu hususlarda gereği için ne yapıldı? Savcılığa MİT idarecileri tarafından niye teslim edilmediler?
KCK’nın terör eylemleri devam ederken “paralel devlet” yapılanmasına göz mü yumuldu? MİT’in görevi terör örgütlerine sızmaktır diyorlar: MİT heyeti istihbarat toplama görevinin dışına çıkıp, “örgütün yönetilmesine” aracılık ettiği, örgütün silahlı faaliyetlerine göz yumduğu, KCK yapılanmasının MİT heyeti gözetiminde tamamlandığı, “Özerk Kürdistan’a” imkân verilmesinin plânlandığı, ayrıca iddianamelerde “PKK’nın Özerk Kürdistan’da” polis gücü olacağı ileri sürülüyor. PKK/KCK Önderlik Komitesi’ne emniyet güçleri tarafından yapılan operasyonda 12 ses kaydı,19 mektup bulunuyor. Aynı bilgilere göre MİT elde ettiği saldırı ve eylem talimatlarının önlenmesine yönelik harekete geçmiyor. Yani istihbarat toplama vazifesi aşılarak, devletin bütünlüğü ve anayasal düzene karşı örgütle anlaşma noktasına varılmıyor mu? Hatta hatta güvenlik birimlerinin operasyonlarını engellemek için çalışma yürütülüyor. Bu tür iddiaların hiç biri yenilir yutulur cinsten değil. Bütün bu olanlara emniyet güçleri ve savcılarımız bigâne kalsaydılar, anayasal suça iştirak etmiş olmazlar mıydı? Mükâfatları görevden el çektirme ve bu karda kışta Ankara’ya gönderilmek mi olmalıydı? Peki bu iddialarla görevlerini aşıp faaliyette bulunanların, anayasayı, kanunları ihlâl ettikleri iddiaları sorulup, sorgulanmayacak mı? Bu ağır soru ve iddiaların her biri başlıbaşına çok önemli değil mi? Özetle:
Savcılar, “MİT’in doğrudan temaslarında ve örgüt içindeki ajanları aracılığıyla elde ettiği saldırı ve eylem talimatları”nın engellenmesine yönelik harekete geçmediğini
“Demokratik Özerklik” ilânında katkılarının ne olduğunu, Habur’un Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı operasyon olarak plânlandığını sormasın mı?
Saygılarımla.