Günümüz insanlarında vefa duygusu kaldı mı ki? Yaşanan aşklardan, çekilen sıkıntılardan, atlatılan badirelerden, verilen sözlerden sonra aklımıza o kelime hiç gelir mi? Marifet, sadece unutmak mı? Mantık, terk edip gitmek mi? Beceri, yaşananları hiç yaşanmamış saymak mı?

Hayal kırıklıkları… Umutsuzluklar… Gözyaşları… Hayata küskünlük… Hep bunlar mı geride kalan?

Galiba hayat dediğimiz olgu bu olsa gerek. Yaşa ve unut… Sev ve terk et… Geride bıraktıklarımızın gözyaşları, acıları, kırgınlıkları, unutulmuşlukları hiç aklımıza gelmiyor. Ya da aklımıza özellikle getirmek istemiyoruz. Belki de yüzleşmekten korkuyoruz. Belki de yaptıklarımızın kimlere ne bedeller ödettiğini görmek istemiyoruz. Bunun da adına galiba “kaçıyoruz” deniliyor.

Bir sesi, bir nefesi, bir haberi çok görüyoruz geride bıraktıklarımızdan. Bahaneler üretiyoruz gerçeklerle karşılaşmamak için. Aslında kendimizi kandırıyoruz. Bir gün yaşadıklarımızla, yaşattıklarımızla, üzdüklerimizle, kırdıklarımızla  velhasıl hayatın her anını beraber geçirdiklerimizle karşılaşmaktan korkuyoruz ve kaçıyor, kaçıyoruz.

Hayatın güllük-gülistanlık olmadığını biliyoruz hepimiz. Biliyoruz da şu “üç günlük” dünyada sevdiklerimizi kırmaktan, onlara bir sesi, bir nefesi, bir selamı, bir haberi vermekten uzak kalmanın yollarını da arıyoruz.  Hep derler ya; ” Güzel günlerin,  yaşanmışların hiç mi hatırı yok?” diye….

Son söz… Yüreklerde ne hatır kalmış, ne samimiyet ne de adını sadece bir semtte  hatırladığımız “vefa”… Hadi elimizi yüreğimize koyalım bir kez de yaşanmışların hatırına hatırlanması gerekenleri hatırlayıp gereğini yapalım. Hiç olmazsa vicdanlarımızı rahatlatmış oluruz.